29. Sayı
Öyküler
Sıcak esintilerle indi vapurdan. Daha iskeleden çıkmadan almıştı buranın büyüsünü. “Kolay gelsin.” dedi turnikedeki güvenlik görevlisine. Kafasıyla karşılık verdi görevli. İskeleden çıkınca çantasını yokladı. Ne taraftan başlayacağına karar verene kadar bir sigara yakacaktı. Solda bir banka oturmuş evden getirdikleri belli olan köfte ekmek ya da ona benzer bir sandviç yiyen bir aile gördü. Sandviçlerin yanında az ilerideki büfeden aldıkları kolaları içiyorlardı. Dört kişiydi aile, onun ailesi gibi. Onun babası da ailesini götürürdü sahile. Aynı böyle sandviçler hazırlardı annesi evden çıkmadan. O kumsal isterdi, babası sahil kenarına götürürdü. O yüzmek isterdi, babası köfte ekmek yedirirdi. Kolalar yine büfedendi. Çevirdi kafasını ve sağdan devam etti. Yan yana sıralı meyhanelerinin arasından giden yol adanın meydanına çıkıyordu, orayı seçti.
Meydanda rengarenk dondurmalar satan dükkanlar dikkatini çekti. En az müşterisi olanı seçip dondurma tezgahının önüne gitti. Karşısında tombul yanaklı, önlüğü gibi beyaz saçları olan ve sevimli bir yüze sahip yaşlıca bir adam vardı. ‘’Kolay gelsin amca.’’ dedi. ‘’Sağ ol delikanlı.’’ diye yanıtladı amca. Acelesi varmış gibi ‘’Neli vereyim?’’diye ekledi peşi sıra. ‘’En iyisinden olsun amca.’’ dedi bizim delikanlı. Amca böyle bir cevabı biraz garipsedi. Birisi için en iyisinin ne olduğu bilmek zordur. Hatta insanın kendisi için bile en iyisinin ne olduğunu bilmesi çoğu zaman kolay değildir. Biraz tanımak gerekirdi bu delikanlıyı belki o zaman bir fikir edinebilirdi. Aceleci tavrını bir kenara koydu, ismini sordu delikanlıya dondurmacı amca.
‘’Ferit.’’ dedi bizim delikanlı. ‘’ Ferit ne iş yaparsın?’’ diye sordu amca. Ferit ‘’Fotoğrafçıyım amca.’’ dedi. Amca, bu güneşin altında uzun süre gezeceğini düşündü delikanlının. Sert kıvamlı olan kaymaklıdan bir taban yaptı önce elindeki dondurma külahına ardından ‘’ Kaç yaşındasın?’’ diye sordu. ‘’ Yirmiyedi.’’ dedi Ferit. Amca, henüz genç olan Ferit için daha denemesi gereken çok şey var diye düşündü ve egzotik meyvelilerden ekledi külaha ve ardından‘’ Nerede oturuyorsun? Buralı mısın? ‘’ diye sordu. Ferit, yüzünde hafif tebessümle ‘’Yok be amca. Maltepe’de oturuyorum. Buralara güç mü yeter. Anca babadan dededen bir ev kalacak öyle…’’ dedi. ‘’Kiracı mısın Maltepe’de?’’ dedi amca. Ferit ‘’Yok, nur içinde yatsın, rahmetli pederden kalma ev.’’ dedi. Amca hafif bir hüzünle gülümsedi. Acı kahveliden ekledi biraz da yeterince büyümüş olan külaha. ‘’ Al bakalım Ferit. Kahveliden de koydum. Hatır bilen bir çocuğa benziyorsun, gelirsin yine.’’ dedi. ‘’Sanmıyorum amca, bunun için gelmedim.’’ dedi Ferit. ‘’ Nasıl yani, ne demek o? ‘’ diye karşılık verdi amca. Ferit kafasını sağındaki yolun sonunda görünen denize çevirdi ‘’ Yani kök salmaya gelmedim buraya, ezberlemeyeceğim hiçbir yerini.’’ dedi. Amca, tavrını garipsediği bu delikanlının laflarının altında bir anlam aramaya çalıştı ama bulamadı yine de anlıyormuş gibi yapmayı tercih etti ‘’ E anladım çocuğum da niye geldin adaya? Gezmeyecek misin? Bir daha gelirsin’’ dedi.
Ferit, amcanın anlamadığını anladı ve anlatmaya kestirme bir yol olarak ‘’Kaybolmak için geldim.’’ dedi. Bu cevap amcanın hoşuna gitmiş olacak ki, göbeğini titrete titrete güldü ‘’ Kaybolmaya? Kaybolmaya mı?’’ Ferit, amcanın gülüşünde bir alaycılık olmadığını hissetti. Ona göre amca gerçekten cevabını komik bulduğu için gülüyordu. Çok sürmeden amca gülüşünün gerekçesi niteliğindeki açıklamayı yaptı ‘’ Çocuğum burası kıç kadar ada be! Burada insan kaybolur mu? İstese de kaybolamaz. Ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş aynı kara parçasındasın. Hem kaybolup n’apacaksın? Gez, toz. Tadını çıkar adanın.’’ Ferit amcayı haklı buldu ama konuyu yüzeyden daha derine indirmeye niyetliydi. “Olur mu amca! En iyi burada kaybolunur esas. Vapur yanaşırken gördüm, tepede sık bir orman var. Muhtemelen içinde de uzun bir patika vardır. O yola bir girince, yolu kaybedene kadar takip edersin. Daha sonra yolunu bulmaya çalışana kadar takip edersin aynı yolu. Ağaçların arasından denizi görürsün belki. Belki görünen diğer adalara bakıp yönünü tayin etmeye çalışırsın. Sonra akşam olur ufuk çizgisi mutlaka belirir bir tarafından. ‘İşte!’ dersin ‘Çabama bir ilahi takdir geldi.’ Artık yönünü bulmak daha kolaydır. Farkında değilsin ama sen de her gün burada kayboluyorsun amca. Nasıl deme? Sen de dondurmada kayboluyorsun. Bu imrenilecek bir şey. Farkında değiliz ama arzuladığımız da budur zaten. Zaman zaman bulunmayı isteriz, ama esas ihtiyacımız kaybolmaktır. İnsan kesinlikle bir şeyde kaybolmalı. Zamanda, mekanda, işte veya alemde. Bir şeyden yorgun düşmemiz gerek amca. En azından geceleri uyuyabilmek için. Bunların hiçbiri yoksa keyifte, hazda yani zevk çukurunda kaybolursun. Bu en kötüsüdür. Geceleri uyutmaz, sabahları uyandırmaz. Mutsuzluğuna gayret verir, mutluluğa şerh koyar. Burayı keyfimce gezmek isteseydim belki de sıkıldıkça gelip senden dondurma alacaktım. Bunun bir sonu yoktur amca. Ben buraya bu yüzden kaybolmaya geldim. Kaybolup, yolumu bulmaya veya bulmak için çalışmaya.’’ Ferit’in bu derin yaklaşımı amcanın kafasını karıştırdığı gibi aynı zamanda onu felsefi bir kaygıya da yönlendirdi ‘’ E peki, ya kaybolamazsan çocuğum? Ya yine buranın keyfini çıkarma peşine düşersen? Aklına düşen, canını sıkan sorulara cevap aramaktan kaçarsan? Ya yine benim tezgâhın yolunu tutarsan?’’ Amcanın bu kaygısı Ferit’in hoşuna gitti. sırıttı ve ekledi “Valla amca şu verdiğin dondurmayı ince ince işledin. Sorduğun sorulara verdiğim cevapların karşılık bulduğu lezzetlerle donattın. Bu bendeki dondurma, benim sendeki intibam aslında. Çok güzelse, aklım karışırsa, adada kaybolamazsam sebebi dondurmada…’’