Lokum Tadında

Yazar

Demirkan

11. Sayı

Öyküler

Hikâye bir fabrikada başladı.

Uf… Nasıl da dalmışım. Sanki biri beni tokatlamış gibi bir hisle uyandım. Sıra sıra bir yere gidiyoruz sanırım şu an. Baksana baya da kalabalık var. Dışardan biri görse aldırmaz bile. Onun için günlük rutin ne de olsa. Her gün aynı görüntü… Hakikaten ne kadar da birbirimize benziyoruz değil mi?

Hepimizin hamuru aynı sonuçta.

Yanımda duranı bir engebeyi aşarken fark ettim. Aman Allah’ım bu nasıl güzellik. Nasıl da sarsılmadan ilerliyor. Acaba buradan çıkınca beraber bir yerlere gider miyiz? Tabii baya uzun bir yolumuz var daha. Bırakayım da keyfini çıkarayım anın. Daha beraber fırına gideceğiz onunla.

Biraz fazla kavruldum sanırım. Emin değilim. Başka bir işle meşguldüm. Şu mükemmelliğe bak. Sapasağlam, harika bir şekilde devam ediyor yoluna. Ama artık endişelenme vakti. Yarısını tamamladık yolun. Açılmam lazım ona.

-Merhaba!

-Merhaba.

-Sizinle beraber çıktık fırından...

-Biliyorum.

“Biliyorum” mu?  Nasıl bir “Biliyorum”du bu şimdi. Memnun mu bu durumdan yoksa sıkılmış mı acaba? Umurunda da değil gibi pek.

-Fırını da iyi atlattık! Endişelenmiştim biraz.

-Neden endişelenmiştiniz ki?

Nasıl derim ki “Sana bir şey olacak diye çok korktum” diye. Malum hepimiz biliyoruz yanmaların kırılmaların olduğunu… Yananlara, kırılanlara neler yaptıklarını…

-Malum efendim, şakası olmaz. Bir yerimiz yanmadan, çatlayıp kırılmadan çıkmak lazımdı.

-Doğru.

Yok, yüz vermiyor. Olacak şey değil. Ömrümüzde bir kere, şuradaki milyon hamurun içinden birinin farklı olduğuna inanıyoruz. Muameleye bak!

Yine de açıklayamadığım bir his beni ona çekiyor. Yalnız bu his beni bulunduğum sıradan daha hızlı kendine çekmezse bir yerlerde yolumuz ayrılacak ve ikinci bir şansım belki de olamayacak.

-Ben bir şey demek istiyorum!

-Buyrun?

-Ben sizden hoşlanıyorum

-Nasıl! Ne münasebet canım. Biz… Biz birer meslektaşız burada. Aynı amaçla aynı hamurdan yapılmış, ne bileyim, muhtemelen çayla beraber yen…

-Biliyorum, biliyorum.

-Hem… Hem ne alakası var. Bizim gibiler birbirini sevemezler! Nerde görülmüş.

-Ama ben seviyorum işte.

-Olmaz! Nasıl olur? Yani… Hem burada hepimiz aynıyız. Neden ben?

-Siz… Siz bir şekilde buradaki herkesten farklısınız. Benim de kendime açıklayamadığım ama sizi onlardan ayıran bir şey, bir duygu var.

-Nasıl yani, ne duygusu?

-Sanırım buna sevgi diyorlar.

-Neyin sevgisi hem neyimi sevdiniz ki siz benim?

-Bilemiyorum. Ama… Bir neden olmalı mı ki, bu duygunun üstüne. Bakın, çok vaktimiz yok. İlerde bir ayırılma bandı var. Sanırım orda yollarımız ayrılacak. Lütfen beni mazur görün. Sizi seviyorum.

Ve yolları ayrıldı.

Ah be ne düşündüğünü de öğrenemedim. Şimdi nasıl bir daha bulacağım onu. Yok yok yine de ümidimi kaybedemem.

Ama bu otuzlu sıralama bandıydı. Nasıl olacak? Onu bir daha göremeyeceğim!

Paketlediler bizi sanırım. Karanlık ama sağda ve solda da birilerini hissediyorum. Dur biraz. Hala şans var mı? Işık geliyor bakmam lazım. Evet! Beşli büyüklerdeniz.

-Hey! Siz oradaki. Bana beni sevdiğini söyleyen.

Sesini duyuyorum. Hemen solumda. Beni hatırladı!

-Siz… Beni hatırladınız!

-Artık sanırım ben de sizi unutamayacağım. Yollar ayrıldıktan sonra aklımdan hep bana dedikleriniz geçti ve… Bence çok değerliydi söyledikleriniz. Sizinle… seninle tekrar buluşabileyim, beraber gidebilelim istedim buradan. Sen de benim için buradaki herkesten farklısın artık. Ben de seni seviyorum.

Biri beni ısırsın n‘olur! O da beni seviyor artık!

Aman Allah’ım. Aynı yere gidiyoruz resmen. Aynı eve gireceğiz belki de. Bir kere ayrıldık sayılır. Bir daha ayrılmayacağız onunla. Evet… Ayrılmayacağız!

Kamyonet kasasına yerleştirildiler.

“Aramıza yalnızca lokum girebilecek.” dedi bisküvi,

“İki insanın arasına mesafeler girer gibi…”

Ve “inan bana” deyip ekledi:

“Buluştuğumuzda tadımız harika olacak…”