“Kendimi dinlemeye çalıştığım zamanlar bile çok zordu. ‘Hayatı kaçırıyor muydum?’ Bilmiyorum. Kaçan bir hayat var mıydı yoksa yaşadığım şeyler yaşamam gerekenler miydi?”
Bir resim galerisinin tam ortasında durmuş “Hiç Yaşamadım” isimli bir tabloyu inceliyordu. Tablo karmakarışıktı ama kendi içerisinde bir düzeni de vardı. Genç kız kendini bu düzenin içerisinde kaybolmuş gibi hissetti. Bu his hem tanıdık hem de yabancıydı. Pembeler, sarılar, yeşiller… Renklerin ahengi hayatın çeşitliliğini paylaşıyor gibiydi. “Hiç Yaşamadım” kısa ve öz olan başlık aslında yaşanmışlık kokuyordu fakat ressam yine de hiç yaşamadığını iddia ediyordu.
“Gerçekten kaçan bir hayat var mı?” genç kız duyduğu sesle dalıp gittiği renklerden kendini çekip çıkardı. Sesin kaynağına doğru döndüğünde uzun saçlı, orta yaşlı, pejmürde giyimli bir adamla karşılaşacağını hiç düşünmemişti.
“Bilmem, ilerleyen akan bir zaman var ama hayatın kaçıp kaçmadığını henüz bilmiyorum.” adamın sorusuna kayıtsızca karşılık verdi fakat yine de bu tablo, bu atmosfer ve bu soru onu da düşünmeye itmişti.
“Hayat… Zaman neden kaçar ki? İlerliyor işte. Yani olması gereken bu değil mi zaten? Doğup büyümek ve sonra ölmek... Siz buna ‘kaçan hayat’ demeyi mi tercih ediyorsunuz?” aklına takılanları söze dökmeye devam etti. Adam tabloyu incelerken bir yandan pürdikkat kızı dinliyordu. “Hem hiç yaşamamakta neyin nesi. Böyle büyük büyük başlıklar bana hep gülünç gelmiştir. Hiç yaşamadıysan zamanın kaçıp gittiyse bu resmi nasıl yaptın? Bu bir çelişki değil mi? Hayat geçiyor, zaman kaçıp gidiyor ama ortaya da bir eser çıkıyor. Üstelik bu eser bir de sergileniyor. Bu nasıl yaşamamak?”
“Paradoks…” dedi adam usulca “Anlattığınız durum tıpkı bir paradoks gibi fakat bence burada anlatılmak istenen herhangi bir zaman, hayat değil. Ressamın zamanı. Yani sizin için geçen zaman, yaşanan hayat her neyse o, verimli ve kaliteli gözükebilir fakat galiba bu ressam için öyle değil. Yani bilemem tabii ama ben tabloya baktığımda bunları görüyorum.” derin bir nefes alıp elini yamandığı belli olan sağ cebine soktu, sol eliyse süveterinin bir ucunu düzeltmekle meşguldü. Hareketleri, tavrı ve konuşma tarzı kıyafetlerinden bağımsız olarak bambaşka görünüyordu. “Zaman ve yaşam… Göreceli iki kavram değil mi sizce de? ‘Ne var işte yaşadım yahu.’ demek için size ne gerekir mesela? Yani doğmak ve büyümek yeterli mi?”
Genç kız kısa bir süre düşündü. “Yani doğmak, büyümek… Okumak, iyi bir iş, statü, mutlu bir arkadaş grubu, sonsuz bir aşkla bağlı olduğun bir eş, çocuklar, emeklilik, sonra da huzura ermek işte. Yaşamak işte. Dümdüz bir yol değil mi zaten. Yani toplumsal ve bireysel anlamda da yaşamak bu değil midir?”
Adam güldü fakat bu gülüş oldukça dostane bir gülüştü. “Toplumsal olarak evet yaşamak tam olarak bu. Fakat bireysel olarak değil. Belki gülünç gelecek ama bence zaman herkes için farklı işler. Aslında oldukça mucizevi bir durum bu. Düz bir yaşam çizgisi vardır elbet ama herkes için değil. Siz belli ki yaşadım demek için bu saydıklarınıza ihtiyaç duyuyorsunuz?”
Son cümle bir tespit değildi, soruydu. Genç kız da anlamıştı, o anda bunu hiç derinlemesine düşünmediğini fark etti. Zaman, zamandı işte. Nasıl daha farklı işleyebilirdi ki? Hepimiz aynı yılları yaşıyor, aynı sabahlara uyanıp aynı güneşi batırıyorduk. Farklı olan bir tek düşünceler olabilirdi belki ama yine de herkes için yolun sonu aynıydı.
“Herkesin aynı zamanı yaşaması sizce de çok korkunç olmaz mıydı? Ressam da burada buna değinmiş olmalı. Evet geçen bir zaman var bu tabloda, belki de sizin tabirinizde yaşanmış bir hayat var fakat aynı zamanda yaşanmamış bir hayatı da anlatıyor bu tablo. Sadece yaşamak, hiç yaşamamaktan iyi değildir.”
Genç kız tam diyaloğu devam ettireceği sırada gözden kaybolan adamla boşluğa düşmüştü. Farklı hayatlar, aynı hayatlar, yaşamak, var olmak, kötü yaşamak. Neydi ki kötü yaşamak? Kime göre kötü yaşamak. Tablo artık eskisi kadar cıvıl cıvıl değildi, içinde pek çok karanlık nokta olduğunu keşfetmeye başlamıştı. Tablo aslında binlerce olasılık barındıran girdaplarla doluydu. Ressamın karanlık hayat girdaplarıydı bunlar. “Affedersiniz!” dedi genç kız yanından geçen görevliyi durdurup “Bilmiyorum fark ettiniz mi, biraz önce yanımda bir beyefendi vardı. Uzun saçlı, biraz… Biraz eski giyimli orta yaşlarında biriydi.” Etrafa bakındı, daha spesifik bir görüntü hatırlamaya çalışırken uzaklaşan adamı gördü. “O… Evet o beyefendi. Yetkili biri mi, bu resmin ressamı galiba.” uzaktan belli belirsiz gördüğü adamı eliyle işaret etti.
“A o mu, kendisi galerimizin temizlik personeli…” ilerleyen adamın arkasından bakarken konuşmaya devam etti “Ama resimlerimizi çok güzel yorumlar, adeta içini görür, ressamların düşüncelerini okur. Sohbet etme fırsatınız oldu galiba, çoğu konuğumuz sizin gibi ressam olduğunu düşünüyor fakat…” Sesler gitgide belirsiz hale gelirken genç kız kalabalık içerisinde silikleşen uzun saçlı silüeti izlemeye dalmıştı.
“Herkesin aynı zamanı yaşaması sizce de korkunç olmaz mıydı?” Aklında yankılanan bu cümle ile galeriden dışarıya adım attı ve renkleri değişen caddede aklında beliren binlerce soruyla ilerlemeye başladı.
Acaba adamın zamanı nasıl işliyordu?