Hafıza Oyunu

Yazar

Beyza Yazıcıoğlu

11. Sayı

Denemeler

"Hafıza; sahibini tehlikelerden korumak için iyiliklerden çok kötülükleri biriktiriyor. Acıların, tehlikelerin ve öfkelerin altını koyu koyu çiziyor, kuşkuları artırıyor ve kızgınlıkları körüklüyordu."

Geçmişte yaşanılıp, tecrübesini başucu kitabı yapıp, olayı yaşanmamış gibi kılmaya, yara izlerini görünmez pudralarla kapatmaya çalışsak da yaşanmışa yakın bir olay yaşamaya görelim, hemen benzer ızdırap ve kederlerle aynı ruhi tepkileri istemsizce ortaya koyarız.

Hafıza denilen şeyin çok düşündükçe delirttiği, hiç düşünmedikçe unutturduğu, bastırıldığında da hasta etmesi gibi ve anıları duygularla birlikte o günkü tazeliği ile koruması gibi ne menem bir rolü vardır hayatımızda.

Oldukça etkileyen ve yankı uyandıran bu his, bu hafıza denilen şey; kendini kimi zaman yaşamın getirdiklerinde gösteriyor, kimi zaman da bir savaş belgeselinde. Örneğin bir kadının, eşini savaşa teninin kokusunu son kez içine çektiğini bile bile çaresizce uğurlaması damga vuruyor fotoğrafçının kadrajına. Kadının ise hafızasına, kalbine hançerle kazınıyor o an. Kimi zaman da gündelik yaşamda, bir sevgilinin aşığına vedasında, son kez göreceği yüze bakarken ızdırap dolu o anı kaydetmesiyle görevini yerine getiriyor.

Bu durum öyle bir hâl alıyor ki... Bir başka örnekle de açıklarsak dünyadaki varlığının son evresini tamamlamış bir mevtanın, giderken yakınına bıraktığı o çaresiz acı ve çaresiz yakınının acısının her daim taze kalıp mevtanın yüzüne sıkı sıkıya bocalayacak kadar o çok dikkatli son bakışın, bir süre sonra hatırından, hafızasından silinmesi... İşte bu durum, nankör bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.

Bizi biz yapan acılar, hisler, yaşanmışlıklar ve tecrübeler her daim hafızada canlı kalıyor ve hafızaya kazınıyor. Hafıza ve onun hatırlattığı ansızın canlanışlar hayata dokunur, tecrübe olur. Kimi zaman yara olur -ki oluyor da- kimi zaman da bir tebessüm olur. Hafıza, acıları ve duyguları hep taze tutar. Acıyı, hoş anılardan daha da taze tutar. Kişiyi, kimi zaman bu adaletsiz hatırlayışı (kötü anıların iyi anılara oranla daha çok hatırlanması) besler. Kimi zaman içinde saklar, kimi zaman da dürtüsüz bırakarak yok eder. Bazen bir şarkıyla ve benzer bir simayla, bazen tanıdık gelen bir kokuyla ve bazen de bir fikirle uyanır o bilindik hissiyatlar. Hafıza, yine iş başındadır. Bizi biz yapan, bize hayatın anlamını ifade eden ve yaşadıklarımızı daima canlı tutan soyut ve istemsiz güç...

İyi yaşanmışlıklarımızı, gülmelerimizi ve bazı yerlerde çok iyi hissetmelerimizi acı anlara göre daha az hatırlamamız, mutluluğun o anki farkındalıktan uzak oluşundan kaynaklıdır. Acı ise her daim kötü hissettirmesiyle her zerresine kadar farkında kılar. Hafıza oyunundaki adaletsiz oyun, çoğu kez yıpratmasıyla var eder insanı, onu yokluğa ve boşluğa sürüklerken.

İşte tam da burada, hayatımızı daha iyi ve katlanılır kılmak için bu iyi yaşanmışlıkları hafızamıza kazımalı ve kötü anıları mutluluğa karşı mat etmeliyiz.

Mutluluğun formülü, düşünmeyi bırakmak olmalı zannımca.

Eski kötüyü düşünmeyi bırakmak…

İyi anların tohumlarından dallanıp budaklanmak...

Orhan Kemal'in: "Güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır. Ve işin kötüsü iyi anları nadiren, kötü anları sıklıkla hatırlatır." sözü ise bu demece noktayı koyacaktır.

Saçlarımız, rüzgârın geçmişten getirdiği güzel anılarla dalgalansın.

Dudağımız, ansızın hatırlanan o iyi anılarla tebessüm etsin.

Hafızamız, kalbimize yer etmiş güzelliklerin ve paha biçilmez anların kütüphanesi olsun.