Dünya Kimin Etrafında Dönüyor

Yazar

Süveyda Güleç

15. Sayı

Denemeler

Başlangıçta herkes eşitti. Hayatta kalmanın anlamsızlığı aşikardı. Ve deliler asla yalnız değildi. 

 

Aklını kaybettiğinde henüz on altı yaşındaydı. Odasından günlerce çıkmadan düşünmüş, sonunda bu sırrı çözmenin imkansızlığını zor da olsa kabullenmişti. Saatler, günler, bir hafta, üç ay, mevsimler geçti. Çok uzaklardan koca gövdeli bir tren ıslığını var gücüyle çalarak geçti. Kan çanağına dönen gözlerinden vazgeçtiğini gösteren umutsuzluk belirtileri geçti. Derin bir iç çekti, artık her şey için çok geçti. Kendi cezasını kendisinin kestiği bu davada, hem acımasız bir yargıç hem ürkek bir mahkumdu. Hastaneye yatırıldıktan sonra bir daha kimseyle konuştuğunu işiten olmadı.

 

Unutuldu. Tıpkı eski ve yıpranmış bir halının bunaltıcı bir yaz akşamı aniden kaldırıldığı kilerde yıllarca unutulması gibi tasadan ve acıdan yoksun, unutuldu. Ne ailesi ne arkadaşları ne tanıdıkları onu anladı. Hiç kimse konuştuğu zamanları hatırlayamadı. Sesi sanki hiç var olmamıştı. Dilsiz olarak doğmamıştı ama belli ki dilsiz olarak ölecekti. Dünyadan alacağı ne varsa almış, ölümü bekleyen bir zavallı gibi duygusuz ve mağrur bakışlarını tüm gün beyaz duvarlara dikerek saatlerce hareketsiz dururdu. Doktorları, düşünme yetisini kaybettiğini bilmeseler durmaksızın düşündüğünü sanacaklardı. Oysaki beyni çalışmayı bırakalı uzun zaman olmuştu.

 

Geceleri uyumaz, alacakaranlığın vuracağı saati beklerdi. Ne zaman ki gökyüzü en koyu rengine bürünür, yıldızlar ortadan kaybolup geceye derin bir sessizlik çökerdi, o zaman gözlerini yukarıya çevirip, keskin bakışları ile sonsuzluğu süzerdi. Sanki kafasında ne varsa gözlerinden açılan bir pencere ile boşluğa akardı. İşte ancak o zaman rahat bir nefes alır, “yaşamak” eyleminin o koca yükünü sırtından bir saniyeliğine atmışçasına kamburu düzelir; ciğerleri, içine huzurla çektiği nefes ile dolardı. Her şey o bir saniye içindi.

 

Ne olduysa, anlaşılmanın imkansızlığını, yüz yaşına gelmeyi beklemeden kabullendiğinden, yaşamdan isteyecek bir şeyin olmadığını erken fark ettiğinden olmuştu. “Hayatta kalıyor olma”nın bilinciyle, her geçen gün ile daha da kaybettiği aklını tamamen yitireceği zamanı iple çekiyordu. Kendini hapsettiği bu akıl hastanesinin yalnızca zihninin bir parçası olduğunu kabul edemiyordu. Tüm çıkış yollarını sıkı sıkıya kapamıştı. Delilik ona, başka kimseye olmadığı kadar çok yakışmıştı.