Lâ Sonsuzluk Hecesi: İlk Aşk

Yazar

Melike

15. Sayı

Denemeler

Nazan Bekiroğlu, kalemi naif insan. Yazılarını okuduğunuzda güzel ve zarif bir kadınla sohbet ediyormuş hissine kapılıyorsunuz. Seçtiği kelimelerde, cümlelerin ahenginde ve yazının akışında yazanın zarafetini fark etmemek mümkün değil çünkü. “LÂ: Sonsuzluk Hecesi” ise kitapları arasında, yazarın naifliğini en güzel şekilde görebileceğiniz eser. Yazar eserinde Âdem ve Havva’nın hikâyesini farklı bir bakış açısı ve üslupla yorumlamış. “Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim.” diyor yazar kitaba başlarken. Ben de LÂ’yı okuduğum zaman bir ömür boyu aradığım aşkın bir beniâdemin muhabbetinde olmadığını anladım. Oysa muhabbet aşkın temeli, lakin asıl sahibine ulaşmıyorsa; bir cennet sürgünü bedeli…

Âdem yaratılmışların en uysalı. Çünkü o, isyan edecek ve başkaldıracak özgürlüğe sahip olmasına rağmen kulluğu seçmesiyle marifetli. Âdem’in Havva’sı… Kadın ki yaratılmışların en zarifi. “Çünkü altın cansız. İnsanın gözlerinin içine derin derin bakmıyor. Gümüş saçlarıyla sarmalayıp en keskin acıları dahi avutmayı bilmiyor.” Öyle ki “Hepsinin verdiği haz dünyaya bakarken, bir tek kadının küçücük bedeni yüce arşa kadar yol açıyor. Çünkü bir meleğe en fazla o benziyor. Fark edene de etmeyene de bu güzellik en fazla Sen’i hatırlatıyor.” Bir cennet bahçesinde başladı Havva ve Âdem’in hikâyesi. “Aralarındaki bir eksiklik tamlık ilişkisi. Ne eksikse Âdem’de, Havva’da o fazla. Ne fazlaysa Âdem’de, Havva’da o eksikti.” Biri birinden üstün veya eksik değildi, ayrı ayrı da güzellerdi. “Fakat bir araya gelince. Bir başka güzellerdi”. Böylece ilk aşkın hikâyesi de yazılmış oldu. Lakin, bundan sonra yazılacak olan tüm aşk hikâyeleri biraz eksik kalacaktı…

Havva ve Âdem’in hikâyesi aslında bütün bir insanlığın hikâyesi. Yaratılmış bu ilk insanlar hep ilkleri yaşadı. Cennet bahçesinde başlayan bu ilk aşk hikâyesi de bir imtihanla sınandı. Yasak meyvenin bedeli, cennet sürgünü ve ayrılık oldu. Cennetten ayrılırken yanlarına azık olarak yalnızca üç şey alabildiler: Kelimeler, annelik duygusu ve aşk. Kelimeleri yani cennette öğrendiği ilmi taşımak Âdem’e düştü. Fakat, dünyaya vardığında öğrendiklerinin bir kısmını unuttu. Annelik duygusu ise “Havva’nın cennet duygusu. Gönül evinde, kadın bedeninde, tastamam duruyordu.” Aşkın yarısını Âdem sırtlandı, yarısını ise Havva. Aşk, yolda sakin durmamıştı, bir yarısı yolda kayboldu. Getirebildikleri ancak öbür yarısıydı. Bu nedenle “O gün bugün yeryüzü kelimeleri yetersiz, aşk bu dünyada kusurlu.”

Aşk bu dünyada kusurlu. Çünkü, insan aşkı asıl sahibine ulaştırmadığında bir yanı hep eksik kalıyor. Aşkı yaratandır aşkın asıl sahibi. Aslında gönül, muhabbeti hep O’ndan ister. Fakat, muhabbeti beniâdemde aradığında geriye yalnızca bir acı ve yangın kalır. Sonu bir cennet sürgünü ve ayrılık olur. Değil mi ki Yaradan şah damarımızdan da yakın, öyleyse bu gerçek aşkta ne bir ayrılık vardır ne de bir hüzün. Dünyaya gelmiş tüm Âdemlerin ve tüm Havvaların aşkı bu yüzden biraz yarım kalmıştır.

Âdem ve Havva’nın hikâyesindeki gerçek aşkı görebilmek ümidiyle…