Kadi

Yazar

Levent Berkay Aydoğan

16. Sayı

Öyküler

Yumuşak, tüylü, bir çarşaf gibi pürüzsüz sırtı. Gün karanlık başlıyor, kara kapkara! Soğuk. Aldırmadan, kapıdan çıkıyorum. Aracın varmasına daha var. Saat dokuzu vurmamış. Ona da bir göz atayım, uyandı mı bir bakayım. Araç kapısının yanında, barakadan başta çay sonra küf kokusu yayılıyor, bizimkinin kokusu yok. Masalara kollar dayanmış, iki koltukta iki adam. Bana soruyorlar. Ona mı bakacaktın? Bakacağım. İyi, bayağı iyi paşamız. Olsun, bir bakayım. Ama fazla durmayacağım. Oda havasız. Kapının kulpu soğuk, barakanın içi sıcak. Soba yanıyor cayır cayır. Uygun ısı bu mudur? Şimdi minik, çok minik. İtinayla davranmak lazım. Azı da çoğu da öldürür. Anasının koynunda, anasının tüylü karnının altında uyumalı. Ama o farklı. Yazgısı kabul almıyor, dışlanıp bir başına kalıyor. Karton kutunun orada, ayakları yorgan gibi uzanmış, yorgan ayaklarına uzanacağına. Karnında noktalar, kızılımsı. Farklılaşmış patisini görüyorum. Solukluğu görüyorum. Alnının ortasında, ‘’K’’ harfi, siyah bir iz.

“Kadi” diyorum, duymamış gibi yapıyor yahut uyanmamış, uyanıp da umurunda olmamış. Gözü kapalı. Kolları açık, avuçlarıma varınca yapay ana karnı görünüyor. Arkadaşımla birlik olup bir uğraş yaptığımız yapay karın, bidonlar. İçi su dolu, altına dizilmiş. Soğuk da sayılmaz sıcak da. Isındı, uyudu ılık bidonlarla Kadi’miz. Ama çoktan sabah oldu, uyanma vakti şimdi. “Kadi” diyorum. Paşamız iyi diyor adam. Yanıma yanaşmış. Kolu masadan alınmış, ona doğru ilişmiş. Ama “Kadi” diyorum ısrarla, o sıra araç kornaya basıyor. Saat dokuzu vurmuş olmalı. Yatağına bırakıp usulca, koşuyorum. Gün yavan, karanlık. Başta çay kokusu, sonra küf kokusu gidiyor. Aracın kapısı açılıyor. Koltuklar soğuk, hava da soğuk. Camın yanında, anlıyorum. Ama olmaz da diyorum. İkisinin arasındayım, biri öbürünü boğuyor, öbürü dirilip bas bas bağırıyor. Saçmalama! Saçmalama! Oysa saçmalamıyorum. Kafamı dağıtmak için dışarı bakınmak kâfi olmuyor. Kafamı dağıtmak için yürüyorum, ön tarafa, şoförün yanına gidiyorum. Bugün bir tuhaftı diyorum. Onu bulduğumuz ilk gün gibi tuhaftı. Bir açsa gözünü, o zaman rahatlayacağım. İyidir, iyi diyor. Bir yandan yola, bir yandan bana bakınıyor, arabayı sürüyor. Onlardan birini kızım da buldu sokakta, anası bırakıp gitmiş. İnsan kokusu alınca küsüyorlar. Nasıl? İnsan kokusunun, tiksindirici olduğunu düşünüyor olabilir anası. Onun işi bu.

Yalnız anasının işi olamaz diyorum. Kim dokunduysa onun da işi. Orası doğru tabii. Anası yanına almıyor kokudan sonra. Siz olmasanız ölmüştü çoktan, sokakta, soğukta. Süt işi nasıl, şırıngayla mı hâlâ? Şırıngayla. Sidiğini havluyla siliyoruz. Havlu yumuşak. Büyüyüp yürüdüğü zaman, rahatlayacağız. Bir yük kalkacak omuzlarımızdan. İyi olacak iyi, canını sıkma. Ama bir tuhaftı bugün. Olur. Bugün karanlık, kapkaranlık. Tuhaf olur, soğuk olur. Ama açınca gözünü, Kadi yaşayacak inşallah.

Yolu izliyorum. Saat dokuzu çoktan vurdu. Yol bitiyor, gri bir bina, Kadi. Aracın kapısı açılıyor, zil çalıyor. Koşuşturuyorlar, düdük öttürüyorlar, bir ona bir buna sataşıyorlar, halim yok. Sırama kuruluyorum, tahtada Kadi. Patisini kaldırmış, bir harf çiziyor, ‘’K’’ harfi. Burada yoksun, ruhun başka diyarlarda. Kusura bakmayın. Aklım dağınık bugün, Kadi. Şaşırmadık. Haylazsın, ilgisizsin, hiç yoksun, hiç. Bağırış başlıyor, ilkin bana sonra tüm sınıfa, ama tüm sınıf Kadi. Gün buhranlı, bir sis gibi soluk sürüp gidiyor. Zil çalıyor. Zil çalıyor. Aralarda, araya çıkmıyorum. Sırama oyduğum koca harfi parmaklarımla dolaşıyorum. Başta aşağıya kadar çizgi hizasına, sonra ortasından uzayan iki parçaya dokunuyorum. Moralin mi bozuk? Aklım dağınık. İnsanlar girip çıkıyor, saat gidişi vuruyor. Kapı açılıyor kapanıyor. İyidir, iyi görürsün şimdi. Bir yola bir bana. Bizim kızınki yaşıyor hâlâ tabii. Siz olmasanız çoktan ölmüştü. Doğru tabii, ya biz olunca n’olacak? Anlamadım. Görürüz varınca. Ona baktım, solukluğu görüyorum.

Sokağa yaklaştık. Arabalar dizilmiş, kalabalıklaşıp sıklaşmış, sıkışmışlar. Çabuk olmam şart. Varmadan iniyorum. Yürürüm kalan yolu, hadi hoşça kal. Dikkatli ol. Ama olmuyorum, Kadi. Asfaltta hızlılar, az daha çarpacak olanlar, sabırsızlar, kornacılar. Kontrolsüz, dikkatsiz, hızla yürüyorum. Barakanın kapısı açık. Kokuları alıyorum, bizimkininki yok. İki adam, kapının yanında. Nasıl? Açtı mı gözünü? Bilmiyorum, daha şimdi vardık barakaya. Burada yok, karton kutuyu atmışlar, ama iyidir iyi. Anlamadım ki n’oldu. Yok kısaca. Dün vardı, bugün yok. Alnımda, bir iki damla. Korku. Soğukluk. Sonra arkadaşı görüyorum, yüzü kara, kapkara. Bir tuhaflık var bugün diyorum. Başını sallıyor. Gömdük onu, arkada. Soğuktan olmalı yahut sıcaktan. Biliyorsun, iyi ayarlanması lazım, minikti, çok minik. Kucaklıyorum onu. Anlamıştım diyorum. Sabah baktığımda soluktu. Doğru diyorsun, soluk, çok soluk. Ayakları sallanıyordu aşağı, kucağıma aldığımda. Biraz daha dayansa. Yürürdü, koşardı hatta. Koşardı, diyorum. Sonra? Bilmiyorum. Şurada gömülü. Zor olmadı kazmak. Toprak kabarık hâlâ, tahta da diktim. Rüzgâr söküp atacak, biliyorum, ama… Bu kadarını yapabildim. Rüzgârın söküp atacağı tahtaya baktım. Üstü boyanmış, ismi yazıyor. Zamanla aşınacak, kaybolacak toprağın altında, gözünü açmamış yatıyor.