Pusulasını Kaybetmiş Bir Gemi

Yazar

Kadriye Çiçek

17. Sayı

Denemeler

Acaba bize bugün biraz dün mü gerek, yoksa biraz yarın mı gerek?

Dünya çelişkilerle doluydu. Her şey birbirine zıt idi. Ve günler hep aynı. Hepimizin hikâyesi farklıydı aynı gök kubbenin altında; gönlümüz ise apayrı.

İnsanın hiçbir an’ı hiçbir an’ına benzemiyor, birbirine yabancı olan insanlar, en çok ama en çok kendine yabancı olan insanlar, birbirinden dem vurup sitemde bulunuyorlar. Aynı göğün altında birbirinden bihaber yaşayan insanlar birbirini beğenmiyor. Her insan her insandan şikâyetçi. Herkes doğru, herkes iyi. O vakit bunca yalan bunca kötü nereden, kim? Bir girdabın içinde o yana bu yana gidip geliyoruz. Herkes bir şeyler söylüyor, ama sadece söylüyor. Herkes bakıyor, ama sadece bakıyor. Herkes işitiyor, ama sadece işitiyor. Böyle olur mu yaşamak? Neydi ki yaşamak? Sabaha varamayan bir gecede sıkışmış gibi herkes. Köhne tutmuş yürekler, viran viran memleket kurmuş. Zaman ise hâlâ geçmekte. Acı verdikçe sevginin değerini biçen insanlarla dolu dünya. Böyle olur mu yaşamak? Her insanın bir hikâyesi var evet. Ömrümüz boyunca bir şeyler için çabalıyor, bir yerlere yetişmek için koşuşturuyoruz. Her gün yetişmek isteyip ama bir türlü yetişemediklerimiz; kendimizi mükellef kıldıklarımız... Öyle alışmışız ki alışılmışın dışına çıkamıyoruz. Yüreğin açlığı derdini değil de midenin açlığı derdini vuku buluyoruz kendimizde, her bendimizde, hep her daim.

Az önce şöyle bir diyaloğa denk geldim:

-Neye gülüyorsun?

-Hiç, öylesine.

-Kağıt toplayan yaşlı adama gülüyorsun. Neden?

-Gülmüyorum... Ne bileyim... Kahkaha atasım geldi, çok komiğime gitti... Neyse gidelim, bundan daha önemli işlerimiz var...

-...

-Ne bakıyorsun ya, haydi gidelim.

-O da bir insan; sen gibi, ben gibi.

-Hayır biz gibi değil, hele ben gibi hiç değil. Neyse ne, bize ne ki, haydi gidelim.

İnsan, en kolay bir insanı mı kandırır, yoksa kendi kendini mi? Acımasızca gülüyor karşısındaki insanın ağlamasına insan. Evet, her insan; bir şeyler için çabalıyor, bir yerlere yetişmek için koşturuyor. Yaşamak için bir şeyler yapıyor. Lakin tüm bunlar arasında kendini yitiriyor. En önemlisi de içindeki insanı, insanlığı...

Yoruluyoruz, üzülüyoruz, kırıyor, kırılıyoruz. Eğer bulabilirsek boş bir vakit; geçiyoruz bir kenara yaşadığımız her şeyi bir bir gözden geçiriyoruz, hayıflanıyoruz, doluyor gözlerimiz. Bu vakit dolduktan sonra her şey yine aynı. Yine her şeyde bir boşvermişlik. Kırıp dökmeyi, bilip bilmeden söylenmeyi, aynı anda hem iyi hem kötü olmayı, bu sayede de yaptığımız iyilikleri kötülüklere çevirmeyi kendimize haslet edinmişiz biz insancıklar. İçimizdeki insan, insanlığı yaşamaktan korkuyor yahut üşeniyor.

Hep böyle bir muamma olarak mı kalacak insan, görmeyecek ve bulmayacak mı, bilmeyecek mi ya Hû?

Bizden öte bir biz daha vardı; benden içeri, benden ötesi, senden içeri, senden ötesi. İşte bunu hiç bilmeyiz, bilmez insanoğlu. Hiç hatırımıza gelmez. Unuttuk. İnsan, tam da ismiyle kaim olmuş; meğerse insan, nisyan demekmiş. Pusulasını kaybetmiş bir gemiymiş.

Zihnimizdeki insan, içimizdeki insanı kapana kıstırmış. Bu dünya sensiz de döner diyor içimiz; zihnimiz, bu dünya sensiz dönemez diyor. Ama döner ya Hû! Döner dünya, yaşar insanlar, devam eder hayat... Sensiz. Çünkü insan, acz kelimesinin bir parçasıdır. Bazen ne yaparsak yapalım yetemeyiz. Kaldı ki yaşanacak varsa yaşanacak, engel olamayız.

Öteye gidemediğimiz için, içimizdeki insan, insanlığı süzüyor kurutuncaya dek. Dizginleyebilmeliyiz; hırslarımızı, ihtiraslarımızı, kaygı ve isteklerimizi, derimize ve kalbimizin en ücra köşesine işlenmiş egoyu. Bunların ötesine geçebilmeliyiz belki de. Kuşanmalıyız insanlığı kalbimize. Yoksa büsbütün kaybedecek, kaybolacak ve hüsrana uğrayacağız. Salt geldik, gidiyoruz dememek; geldik, yaptık, ihya ettik ve gidiyoruz demek adına dizginleyebilmeliyiz nefsimizi. Zira geç kalınmışlıklara tabi ömürlerle meşhur bu cihan. Belirsiz bir mekân ve belirsiz bir zamandır bu cihan.

Eğer değiştireceksek, yaşayacaksak bir şeyleri; öncelik, kıyafetlerimizin altına giydiğimiz benliğimiz olmalı. Önce benliğimizi elden geçirmeliyiz. İçimizde belirmeye başlayan ve hızla ilerleyen kuraklığa ayak basmalıyız artık. Bundan mütevellit içimizde yaşadığımız o gurbeti, boğulmak üzere olduğumuz o boşluğu görebiliriz. Alışılmışın dışına belki o zaman çıkılabilir. Gittikçe kötüye benzemeye başladık; önce istemsizce, sonra alışmış olarak ve kendi arzularımızla onların (kötülerin ve kötülüğün) yolundan gitmeye başladık. Oysaki en esas mesele: Kötülerle mücadele ederken onlara benzememekti.

Müflis bir hayduttur bu dünya derler ve bu müflis haydut, kalbimize sızmayı başardı; çekti gözlerimize perdeyi.

Bu cihan, dünden kalma olumlu ve olumsuz olarak bugün ve yarın imiş. Yetiştiğimizce...