Her insan kendi olabildiği yere aittir. Geri kalan her yer illüzyon.
Olduğun gibi sevilmenin lüksünü bir kere yaşayınca öncekiler anlamını yitirmiş anılara dönüşüyor. Bir kere kendini bulan bir daha başkasını aramıyor. Sadece kendi oluyor ve ışığına gelenlerle bütünleşiyor.
Kendinden vazgeçerek sahip olduğun her şey eksik kalıyor, başkasına ait bir kıyafeti bir gün geri vereceğini bilerek taşımak gibi emanet hayatlar yaşıyorsun. Sana ait olmayanı üstünden atabildiğin zaman da kendin olarak kaybettiğin her şeye teşekkür ediyorsun. İşte, evini bulma hikâyen de bu özgürlüğün keşfinde başlıyor. Nereye gidersek gidelim evimize dönmek istiyoruz mesela, ya da gittiğimiz yerlerde evimizde gibi hissetmek istiyoruz. Nedir bu ev? Kendimizi en rahat, en güvenli, en huzurlu hissettiğimiz yer değil mi? Peşimizde bir seri katil çetesi yoksa bu duyguları herhangi bir yerde hissetmemiz neden mümkün değil? Böyle hissetmek için illa evde mi olmak gerekiyor? Hayır. Kendi olarak kabul edildiği, sevildiği, değişime mecbur bırakılmadığı, konuşurken anlatmak zorunda kalmadığı her yer insanın evidir.