Deliler Mecmuası

Yazar

Mehmet Akif Üstün

18. Sayı

Öyküler

Metroya binmiş bir yer bulup oturmuştum. Yanına oturduğum arkadaşla şeş kaza küçük bir selamlaşmanın ardından sohbete başladık. Hayat pahalılığı, geçim derdi, gelecek kaygısı, endişeler, sağlık sorunları, aşk hayatı, gündem, toplumdaki her türlü şiddet, haberler, siyaset, gençliğini yaşayamamanın verdiği stres; bunlara bağlı kin, nefret, uykusuzluk, aşırı alınan kilolar… Adam dert küpü olmuş. Bittabi kendisini anlamakla beraber, bahsettiği konuları dinlemek bile… Korkunç durumda, ben bile gerildim hani. Üzüldüm de kendisine.

Derken arkadan yirmili yaşlarında bir kız muhabbete atladı. Kendisinin de benzer sıkıntıları olduğunu, annesinin zamanında tüm Avrupa’yı, dedesi bir çiftçi olmasına rağmen, gezebildiğini; şimdi ailesinin daha çok imkânı olması gerekirken kendisinin sadece Kanada ve Norveç’te bulunabildiğinden bahsetti. Dedesi köylü burjuvası gibi bir şeydir veya toprak ağasıdır diye düşündüm. Ama kızı da anlamaya çalıştım kendimce.

Ne var ki farklı hayat standartlarının farklı istek ve ihtiyaçlar muhteva edebileceğinin anlaşılması zor bir konudur. Arkadaki kalabalıktan yükselen “Yuh be!” sesleri, “36 yaşındayım, Lüleburgaz’ın ötesine geçemedim daha!” şeklinde serzenişler, “Ahlaksıza bak utanmadan gezemedim diyor bir de!” gibi yaklaşımlar… Neyse ki kalabalıktan babayiğit bir amcanın “Size ne kimin neye üzüldüğü! Rahat bırakın kızcağızı!” uyarısıyla tüm uğultu kesildi.

Bir sonraki durakta hemen indim. Bunalmıştım. Kalan yolu yürüyerek gitmek daha makul geldi nedense. Öğle vakti de olduğu için sokaklar sakindir, tehlike de azdır hem… diye düşündüm.

Aralarda bir mahalleden geçerken bir gencin “Yeter artık, yeter! Gebertecem kendimi!” sesiyle bir anda irkildim ve far görmüş tavşan misali oraya döndüm. Camlardaki hareketlilikten de mahalle baykuşlarının mevkilerine tüneklediklerini anladım. Genç deli gibi hareket ediyordu, bir ileri bir geri gittiği sırada birden kafasını önündeki duvara vurmaya başladı. Alelacele koşup genci bir şekilde tuttum. Nasıl yaptığımdan ben de emin değilim ama genci zapt etmeyi de başardım. Ben “Dur!.. Sus!.. Aman etme!..” dedikçe tepinmeye devam ediyor, bana da sayıp sövüyordu. “Bırak gebertem kendimi! Böle hayatın a...! Kur’an’ıma kitabıma kıyacam bu s… canına!”

Bir müddet sonra bitkin düştü, debelenmeyi kesti ve dayanamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Genci bıraktım. Birden yere çöktü. Dizlerinin üstüne çökmüş, yüzü yerde ağlıyordu. Yanına çöküp genci sakinleştirmeye çalıştım. En azından genci daha rahatlayabileceği bir yere, sahile götürmeye ikna ettim. Yolu sahile çevirip genç ile sahile kadar yürüdüm. Ağlamasının bitmesi, kendine gelmesi de biz sahile varana kadar sürdü. Varır varmaz yakındaki büfeden bir limonlu soda, bir aspirin, soğuk da bir su aldım. Su gence; aspirin, soda da bana… Genç sonunda sakinleşip girdi söze.

Yakın zamanda annesi vefat etmiş. Tek çocukmuş (Bunu derken de “Allah’tan tek çocuğum.” diyor.). Annesini devamlı döven babası, annesinin vefatından sonra eve gelmez olmuş (“Bir anda kederli âşık kesildi o… çocuğu.” diyor kendisi.). Markette çalışıyormuş kasiyer olarak. Bir kavga yüzünden de atmışlar geçenlerde işten (Muhtemelen agresif tavırları yüzünden ama yazık yine de…).

-Abi Kur’an Mushaf çarpsın bıkmışım ben bu hayattan? Söyle n'apayım ben ha, n'apayım?

Genç sorusunu bitirir bitirmez el ele tutuşmuş bir çift, boştaki ellerini de yukarı kaldırmış vaziyette, “Kapitalist yönetimlere hayır!” naraları eşliğinde önümüzdeki iskeleye doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Garip bir şekilde üzerlerinde bir ağırlık varmış gibi geldi. Sanki zor hareket ediyorlarmış, sıkı sıkı takındıkları sırt çantaları onları ağırlaştırıyormuş gibi… Başta bir korktum açıkçası. Bugünün şerefine her şey olabilirdi üstlerinde. Bomba, silah… Her şey olabilirdi. Kadının yüzünden garip bir ifade de sezdim açıkçası. Bir anda koşmaya başlayıp “Yaşasın halkların özgürlüğü! Kahrolsun emperyalizm!” gibi bir şeyler deyip suya atladılar.

Ne olduğunu anlayamamış vaziyette ben ve genç koşa koşa iskeleye vardık. Olayın şokunda sağımıza solumuza bakınıyorduk. Oradaki insanlardan bu olayı tek gören bizmişçesine kimse gelmiyordu iskeleye. Baloncuklar arasından bir anda kadın sudan çıktı ve “İmdat! Yardım edin! Boğuluyorum!” diye yardım çığlıkları atmaya başladı. Hemen suya atladım ve kadını güç bela kıyıya çekmeye başladım. Kadın bir yandan “Sevgilim! Çantası var! Taşlar! Taş var!” diye çığlıklar atıyordu. Korku tüm bedenini sarmış, gözlerinden fırlıyordu. Sahilden kıyıya yanaşmamızı beklerken bunları duyan genç, bir anda suya sağlam bir atlayış yaptı. Ben kadını ve kendimi son gücümle kıyıya çektikten sonra bir ümit dalıp gence bakmaya çalıştım. Ama nafile…

Ömrümün en geçmeyen birkaç dakikasını yaşadıktan sonra genç, adamla beraber yüzeye çıktı. Hızlı hareketlerle kıyıya yöneldi ve adamı kıyıya çekti. Peşlerinden gidiyordum. Adamın bilinci tamamen kapalıydı. Genç bir şeyler yapmaya çalışıyor, ciğerlerine pres uyguluyordu. Başımıza bir kalabalık da toplanmıştı artık. Kadın ağlıyor, yalvarıyor, birinin ambulansı aramasını istiyordu. Gençse tüm enerjisiyle adamı kurtarmaya çalışıyordu. Dakikalarca sürdü sanırım masaj ve sonunda adamdan nefes belirtileri geldi. Artık neredeyse gelmeyecek sandığım ambulans da teşrif edebilmişti. Adam hemen sedyeye alındı. Kadının, yanındaki sağlık çalışanlarına durumu izah edişini uzaktan duydum. “Corrupt” sisteme karşı bir tepki olarak atladıklarını; çantalarının taşla dolu olduğunu, kendisinin çantayı son anda bir can havliyle çözebildiğini ama erkek arkadaşının çözmediğini söyledi. Ambulans artık kalkıyordu. Nefes almaya başlayan adamsa verilen oksijenin de sayesinde bilincini geri kazanmış olacak, bir anda deli dana gibi hareket etmeye başladı. Kıza bağırıyordu. Ambulansın kapısı kapandı, araç devam etti.

Kıyıda dizlerini kendine doğru çekmiş oturan gencin yanına vardım ve ben de aynı şekilde oturdum. Sırılsıklam kıyafetlerinin altından derin derin nefes alıp veriyordu. Derince bir iç çekti ve denize doğru bakarak “Böyle intihar mı edilir a…” dedi. Sinirlerim bozulmuştu. Gülmeye başladım. Genç de hafif kikirdemeler altında bana katıldı. Sahilde iki tane sırılsıklam adam, gün bitiminde deliler gibi gülüyorduk.

Eve ayakkabılarım elimde, sırılsıklam bir vaziyette girdim. Boğazım rezalet bir durumdaydı. Köşedeki koltuğuma kendimi güç bela attım. Tavanla bakışmaya başladığım sırada nasıl bir deliler mecmuasının parçası olduğumu düşünüyor, hayret ediyordum.