André Gide'den Pastoral Senfoni

Yazar

Kaan Çeribaş

21. Sayı

Kitaplık

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi André Gide, bir keresinde “Sadece tekrar tekrar okunmak için yazıyorum.” demiş. Gayet mantıklı bir hedef, zira en iyi romanlar kendini tekrar tekrar okutabilenlerdir. Benim için bu tarz romanların başında Suç ve Ceza gelir. Her ne kadar beğenmiş olsam da Pastoral Senfoni'yi bu kategori içine katamıyorum.

Jean Hytier'e göre “Roman sanatı, okuyucu üzerinde duygusal hâller meydana getirmeyi amaçlar. İşte buna romanesk denir.” Peşinden de ilgili makalede romanesk dünya kuran romancının okuyucuya âdeta afyon vererek uyuşturduğu belirtilmiş ve buna “romanesk afyonu” denilmiş. Klasik romanlarda romancının gerçeğe benzer şekilde sunduğunu iddia ettiği düşsel dünyayı okuyucunun sorgulamadan roman kahramanlarında kendini bulmaya çalıştığından ve âdeta hipnotize olduğundan bahsedilmiş. Böylece okuyucunun romancıya göre aldatılmaya ve kandırılmaya hazır hâle gelmiş bir müşteri olduğunun altı çizilmiş. André Gide'nin ise bu roman türünün karşıtı olduğu belirtilerek onun okuyucusuna aktif bir pozisyon belirlediği hatta örtülü anlatımının altını okuyucusunun doldurmasını ve kendi bakış açısına göre ele alınan problemler hakkında sorgulamalar yapmasını ve çıkarımlarda bulunmasını istediği vurgulanmıştır. Bundan dolayı André Gide, "Bir kitap devamlı bir iş birliği işidir." demiş.

Roman bir papazın günlüğü formatında yazılmış, bu teknik ayrıca hoşuma gider. Papaz, hayata yaşadığı olaylar sebebiyle çok uzak kalmış gözleri görmeyen bir genç kızı bir kazadan sonra evine getirir ve onunla yakından ilgilenir; öyle ki bu ilgisi, hâlihazırda arasının iyi olmadığı eşinin tepkisini haylice çeker. Papazın eşinin tasvirleri romanda en hoşuma giden kısımlardandır; çünkü buralarda yazar, az ama itinalı kelime seçimleriyle kadının ruh hâllerini okura başarıyla aktarabilmiş. Olayların peş peşe sıralandığı romanları okurken epey sıkılan ve psikolojik tahlillere meraklı bir okur olarak papazın eşinin anlatıldığı bu kısımlara ayrı dikkat ettim. Ancak onu geride bırakıp André Gide'nin de arzulayacağı gibi ele aldığı problem üzerine eğilmek isterim.

André Gide, İncil'den fazlasıyla alıntı yapan bir yazar ve bence bu özelliği romana renk ve derinlik katmış zira İncil, metaforu bol olan bir kitap diğer İbrahimî kutsal kitaplara nazaran. Görmeyen kız başlı başına bir metafor zannımca, o, günahı hiç bilmeyen ve bu sebepten ötürü bir ışık olarak nitelendirilen bir idea. Papaz, bu ideaya âşık olur lakin aşkı bence insani olmaktan öte uhrevi. Çünkü papazın zihnini belli ki bir süredir meşgul etmekte olan günah probleminin üzerine gelen bu kız, hem onun "günaha girmemek için en ideal yolun günahı tanımamak olması" savının yaşayan örneğidir. Aynı zamanda ona âşık olmak suretiyle günaha girerek savına istemeden kendisi destekleyici bir veri sağlamıştır. Peki günahı veya kötülüğü hiç tanımamak etkin bir çare midir? Zannımca değildir. Çünkü bunun için kendimizi hemen hemen herkesten tecrit etmemiz gerekir hatta bu bile yeterli gelmeyebilir. Tamamen, inanılan dinin emir ve yasaklarına riayet edilse yeterli midir? Zannımca yine değildir. Çünkü insan ayrıksı ve karmaşık bir varlık. İyiyi ve kötüyü yaratır ve bunların sağlanması için karmaşık veya düzenli sistemler kurar, daha etkin olsun diye kendinin kurduğunu unutur veya unutmayı tercih eder ve bir yaratıcı kurgular ancak bu da sistemi bozmasına veya onda sorunlar yaratmasına mâni olmaz. Aklıma ufak çocukların yapbozlarla oynaması geliyor: Büyük bir arzuyla ve çabayla parçaları birleştirmek için saatler harcarlar ama bitmeye yakın aniden bozarlar hatta ağlarlar ya da bitirdikten sonra bir an için mutlu olup bozarlar. İşte o bir anı yeniden yaşayabilmek için insan, hayatındaki yapbozları bozma ihtiyacı veya yapbozların bozulması ihtiyacını duyar.

Papaz, kızın gözlerinin açılabileceğini öğrendiğinde beklenenin aksine üzülür, endişe duyar ve bir süre bunu ona söylemez. Çünkü kendisini görecek ve belki de hayal kırıklığına uğrayacaktır. Daha büyük hayal kırıklığını ise anlattığı şeyleri bizzat gördükten sonra yaşayacaktır belki de; peki bunu kaldırabilecek midir?

Tarih gayet iyi amaçlarla oluşturulan ideallerin çokça insanlara hayatı zindan ettiğine şahit olmuştur. Çünkü ideal diye bir şey yoktur ve olmayan bir şeye mutlak inançla hareket edilince mevzu kutsal bir göreve dönüşür. Hâliyle buna en ufak uyumsuzluk gösterenler de ya yola getirilmesi gerekilenler ya da yok edilmesi gerekilenler olur. Papazın günah problemine ürettiği ideal de bir yıkıma sebep olur, kaçınılmaz şekilde. "Kitabımı bitirir bitirmez noktayı koyup çizgiyi çekiyorum. Kitabıma ekleme ve çıkarma işlemini okuyucuya bırakıyorum. Bunu yapmanın bana düşmeyeceğini sanıyorum. Tembel okuyucuya yazıklar olsun! Ben başka okuyucular istiyorum. Okuyucu kitlesi, kendisinin rahatlatılmasını, tatmin edilmesini, kaygılardan uzaklaştırılmasını ister." demiş André Gide. Umarım "tembel bir okuyucu" gibi davranmamışımdır kitabını okurken.

Keyifli okumalar…