Yas ve Zaman

Yazar

Tuğba Türkoğlu

23. Sayı

Öyküler

Günler o eskiyen takvimde aynı günün, aynı ayın, aynı yılın üstünden defalarca geçiyordu ama hissettikleri geçmiyordu. Elleri o takvim yaprağını çevirebilseydi, o zamana bırakmayı bir de o bilseydi, kendi kalbi ona bu kadar yük olmayacaktı. Biliyordu.

"Bugün hava almaya çıkalım." Yüzündeki ciddi ifadeyi silmek adına, boğazındaki yumruya rağmen gülümsedi. Karşısında bir aynaya bakıyormuş gibi hissettiren genç kadına, kızına baktığında yıllardır sadık kaldığı yası bugün yalnız tutmayacağını anladı, içinin ferahladığını hissetti ama kederin yerini alamayan hisler ona tanıdık gelmediği için rahatsızca kıpırdandı.

"Şuracıkta hava alırım." dedi göz ucuyla verandayı göstererek.

Ona uzatmaya çalıştığı yardım elini böyle reddetmesi boğazındaki yumruyu büyütüp gözlerini yaşartıyordu. Neden sadece küçücük bir kızken ona yaptığı gibi yarasına üfleyemiyordu? Neden onu bir zamanlar onun yaptığı gibi kucaklayamıyordu? Neden gerektiğinde o olma zamanının onun için geldiğine inanmıyordu?

"Doktor yürümen gerektiğini söyledi." O henüz cevap vermeden genç kadın annesinin üstüne ince bir şeyler getirmek için odaya geçti. Bugünü yıllar önceki bugünden ayıran tek şey havanın daha sıcak olmasıydı. Güzel bir havada bu yasla tanıştığı için güzel havaları çekilmez buluyordu.

"Geldim." Elindeki ince şalı annesinin omuzlarına bırakıp ellerini sıkıca kavradı.

Önce tereddüt etse de direnmeyip ayaklandı. Kızının peşinden ağır ağır gitmeye, zamanın asıldığı odadan uzaklaşmaya başladı.

Yüzüne vuran ılık meltemi ve yeni biçilmiş çimleri soludu kızı kapıyı kilitlerken. Eskiden toprakla oynamayı çok sevdiğinden her yere böyle bakımı zor çiçekler dikerdi, çoğu zaman yaşatamazdı, görüşü puslanana kadar baktı bir zamanlar çok sevdiği çiçeklere.

Hepsi onunla diktikleriyle aynı renkte, aynı yerdeydi. Onu sessizce bekleyen genç kadın, o günden sonra ilk defa annesine iyilik yaptığını sanarak onu ağlarken görmemek için önden ilerledi, arkasından geleceğini biliyordu. Birlikte, yokuş olmayan yolları, yosun kokusu alana kadar ağır ağır yürüdüler.

Sahil kenarı her zamankinden daha kalabalıktı.

"Yoruldun mu? Hiç de yer yok bugün." Genç kadın endişeyle annesine baktı.

"Şu ağacın altına gidelim." İlerideki çınar ağacına doğru ilerlemeye başladı, o da onu kırmayarak ağacın dibine, onun yanına oturdu.

"Buraya gelmekle iyi ettik, değil mi?" İkisi de birbirine bakmıyordu, bu da kaçmayı zorlaştırıyor ve cesaret veriyordu.

"Onu ziyaret etmeyecek misin?" Genç kadın elinde olmadan sessizce sormuştu, olur da biri annesinin reddettiği gerçeği duyar diye.

"Hayır, her gün ediyorum zaten." Genç kadın sormadan edemedi. "Neden asıl gitmen gereken günde ona gidemiyorsun?"

"Onun yardımına en muhtaç olduğum gün," duraksadı. "Neden gidemiyorum?"

Birkaç dakika o sorunun cevabını öğütmek için bekledi ve o sordu bu sefer. "Bana neden anne demeyi bıraktın?" Genç kadın duyduğu soruyla afalladı, yutkundu, bir süre sonra dudakları aralandı. "Onu daha az hatırla diye."

Elleri kızının yüzüne uzandı, dolu gözleri onunkilerle buluşana dek kaldırdı başını.

"Bu gözlerle her gün gözlerime baktın, bu hatırlatmıyor sanıp anne demeyi mi bıraktın bana?"

Genç kadın bir süredir ağlıyordu, yüzünden sicimle inen gözyaşları annesinin ellerine değdikçe annesi bir sonraki gözyaşı için zemin hazırlar gibi kuruluyordu yanaklarını.

"Anne…" Genç kadının bunu söylemesiyle başını annesinin omzuna koyması bir oldu, sıktığı elini ısırarak kendi sesini kesmeye çalıştı. Ona ilk defa bu kadar yakın hissediyordu ama onu en mutlu eden kalbinin atışını duyabilmekti. Annesi yaşıyordu.

Aralarında geçen sessiz konuşmalar, itiraflar oldu. Genç kadın artık ağlamıyor, annesinin ellerini tutmaya devam ediyordu.

Hiç konuşmadan ayaklanıp gitmeleri gereken yere doğru ilerlemeye başladılar bir anda, geldikleri yol kadar kolay olmamıştı bu seferki yolda yürümek. Her adım dibi olmayan bir bataklığa saplanıyor, biri duraksayınca diğeri cesaretlendiriyordu.

Geldikleri yolun sonu bir mezarlığa çıkmış olsa da yürekleri hafifti çünkü kaçmak yerine, yüzleşiliyordu. Genç kızın annesi sonunda önüne geldikleri mezarın yanına çöküp ilk günde yapılması gereken geç kalınmış feryatları etmeye başladı.

Hava karardıkça karardı, bulutlar sıklaştı.

Genç kadın annesinin titrek omuzlarını kavrayarak kendine çekti. "Artık gitmemiz lazım, yağmur yağacak, anne." Gözleri kan çanağına dönmüştü, kalbi daha yavaş atıyordu ama kızının birkaç kelimesini seçebildi. Bir yandan kaçmak bir yandan bu mezarın yanına yerleşmek istiyordu. Bu sefer kızına dayandı, onu mezarlıktan çıkarmasına izin verdi.

Bir arabaya bindiğini hatırlıyordu, sonrasında uyuyakalmıştı.

Gözlerini açtığında kendini salondaki koltukta uzanmış şekilde buldu, gece yarısı çoktan geçmişti.

Kızının ayak seslerini duyunca doğruldu. "İyice dinlen, yoruldun anne." dedi kızı onu görünce. Annesi ağrıyan başını iki yana sallayıp karşısında dikilen kızına baktı, ona bir şey diyecekken arkasında kalan takvimi görmesiyle gözleri karardı. Birkaç kez üst üste gözlerini yumdu ama bir fayda etmedi. Bu da onun hiddetle, "Kim bu takvim kağıdını yırttı?" diye sormasına sebep oldu.

Genç kadın afallayarak arkasındaki takvime baktı. "Her gün senin için yırtıyorum anne, niye kızdın bu kadar?"

Başından vurulmuşa döndü, aklını kaybediyordu sanki. "O günden beri hep farklı bir günü mü gösteriyordu?"

Genç kadın annesi için endişelenerek yanına oturdu. "Evet."

O an, zamanın ona özel durmadığını, kendi zamanını durduranın kendisi olduğunu anladı ama anlamadığı şey, onca zamanın neden ona herkese acıdığı gibi acımamasıydı. Acısı neden eskimemişti?