Bir zamanlar benim de aşındırdığım sokakta yürüyor yüzlerce insan. Adım adım yiyip bitirdiğim caddelerde bambaşka atılan adımları izliyorum, çiçeklerle bezediğim balkonumdan. Sardunyam... Pembe sardunyam da görüyor bu ışık alan, insan dolu caddeyi. Ve benim geçmişimin üzerinde adım adım yol alan insan selini... Benim adım Türkan. Belki de Sevim… Ya da Sabahat… Bunu bilemiyorsunuz. Varsın sizin dediğiniz olsun. Çünkü ben bütün o kadınlar olmak istiyorum. Hepsini birden görüverin benim sözlerimde. Eski bir memur, bir öğretmen, bir terzi ya da ev hanımıyım. Belki çok sevilen bir babaanne, belki huysuz bir anne ya da hiç çocuğu olmamış, belki de evlenmemişimdir. Tahminlerle bezeli bir hayatı yaşıyorum şuan zihninizde. Ve ben gerçekten varım! Ne şekilde, ne surette, hangi binanın hangi katındayım? Bunu sadece siz biliyorsunuz. Ben bile değil, yalnızca siz… Herkes kendi yaşamından sahneler alıp koparıp birleştirerek bir “ben” inşa ediyor şuan. Ve ben bunları asla bilemeyeceğim. Tıpkı bu insan selinin içinde yol alıp giden adımların varış noktalarını bilemediğim gibi. Aslında bu konuşan da ben değilim ki! Ben hiç tanımadığım bir karşı komşunun kızı tarafından seslendirilmekteyim. Şuan onun kafasının içerisindesiniz. Belki de bu sözlerin benimle alakası dahi yok. Belki de benden daha da ben. Az önce balkondan izlerken dışarıyı, göz göze geldik kendisiyle. O da dışarıyı izliyordu. Benim seksen yaşımda yaptığımı o yirmisinde yapıyor. Bense o yıllarda o insan selinin içindeydim ve akıp gidiyordum. O ise kalabalıktan kaçıyor. Bir daha gelsem dünyaya bir daha bırakırım kendimi o insan selinin içine. Ben şimdi içeri giriyorum. Ama o kız hala pencerede. Arada bana bakıyor. Tuhaf. Hava serin. Altmış yıl önceki ruhum kadar serin. Ve bir o kadar da şimdiki saçlarım kadar cılız bir esinti var. Adımlarımı yavaştan içeri yönlendiriyorum. Dizlerim ağrıyor. Oturmalıyım, elli yıldır oturduğum o koltuğa. Tekrar!