25. Sayı
Denemeler
Camımın dışındaki kelebek, acaba ona kıyasla yıllarca fazla yaşadığımızı bilse, bunca çabalar mıydı gördüğü her ışığın peşinden gitmek için?
Peki ben, hayatımın ne kadar süreceğini tam kavrayabilseydim, bunca çabalar mıydım gördüğüm tüm ışıkların peşinden gitmek için?
İçimde bir yerlerde, geçmişte olduğum insanları arıyorum. Okuduğum kitaplardaki tüm karakterler, karşımdan geçip giden bir trenin içindeler sanki. Neler yaşamışlardı, ben ne kadarına şahitlik etmiştim, hiç bilmiyorum şimdi. Neden hayatlarına dâhil olmuştum, neden var olmuşlardı, kimler hangi hayat mücadelelerinden sonra yazmıştı bu karakterleri, hepsi kocaman bir muamma.
İzlediğim tüm filmler, Pulp Fiction’ın giriş sahnesi ile gelişme bölümü kadar apayrı sanki, bir o kadar da içimdeki varlığını yeni yeni hissettiğim bir ağacın dallarına su yürüterek birleşiyorlar sanki.
Bugün düşündüm, baktıkça hâline acıyıp üzüldüğüm düşmüş bir çocuk var içimde. Korkmuş, titreyen, yorgun, tedirgin, gergin, ağlamaklı... Çok normal geliyordu bu hâli. Aklıma hiç, elinden tutup kaldırmak gelmemiş. O kadar normaldi ki öyle olması, titremesi, kalbinin çırpınırcasına hızlı hızlı atışı, kuklacısı iplerini sabitlemiş gibi ellerini dahi hareket ettirememesi, jilet yutmuş gibi bir boğaz acısı...
Tutup kaldırmak, hiç aklıma gelmemiş. Yerden güç alıp kendini ayağa kaldırabileceğini hiç düşünmemiş. Ne o kendine yardım edebilmiş, ne de ben. Biraz hatırlamak gerekti, boğazının alev almışçasına yandığı başka anlar vardı, sokaklarda koşuyordu önünde polis arabası, arkasında ambulans. Her bir zerresi titriyordu o zamanlarda da, hatırladı, zordu ama bitirmişti yolu, çıkmıştı o kürsüye. Çıkamadığı da olmuştu, onu da hatırladı, çıkamadığı zamanlarda güçlendirmişti onu. Tıpkı trendeki kitap karakterleri gibi, o zaman da etrafındaki insanlar bir görünüp bir kaybolmuştu. Fark etti birden, herkes bir görünüp bir kayboluyordu. Kendisi de görünüyordu ve kaybolacaktı. Dertlerine baktı, kaybolacaklardı.
Tekrar hatırladı, gergindi, tedirgindi, umutları bitmişti, sonra bir anda adını duydu, kendini elinde bir bayrağı sallarken bulmuştu, sonra yanında bir sürü insan, kocaman sarılışlar, bir sürü gülüş, bir sürü gerçekleşmiş düş... Kilometrelerce uzakta paylaşılan bu mutluluk, gergin, yorgun, tedirgin, sıkıntılı anların sonucuydu.
Düşmüştü içimdeki küçük çocuk, bir köşeye sinmişti. Umarım unutmazsın bunları küçüğüm. Kalk yerden, kendine yardım et, var gücünle it o zemini. Işıkların yeniden yansın, dolu dolu gülümsemek neydi hatırla, korkmamak, korktuğunda korkunu da yanına alıp yürümeye devam etmek nasıldı, hatırla. Unutma, gün sonunda bir kelebeğe dönüşeceksin, ne kadar yaşarsan yaşa o gün geldiğinde gözüne az görünecek nefes aldığın süre. Ve kalbin atmayı bıraktığında, muhtemelen bugün bu kadar seni köşeye sıkıştıran şeyleri hatırlamıyor olacaksın. Neye ne kadar değer verileceğini öğren küçüğüm. Bu da hem senin kulağına hem de benim kulağıma küpe olsun. İnci küpeli kız gibi, bir kere taktın mı bir daha hiç çıkarma bu küpeleri.