Sevgili,
Kollarımda ağladığın yerden yazıyorum bu mektubu sana. Omuzlarımı omuzlarına dayayabildiğim her an sanki daha çok var olabilecekmişçesine, kollarında ağlamaya ihtiyacım var burada. Beni, içimdeki gerçek kendimi kabullenebilen bir tek sen varsın sanki yanı başımda. Çevremdeki herkes; onların çocuğu, kardeşi, arkadaşı oluşumu kabullenebiliyor yalnızca. Ve ben, onların olmadıkça var olamıyorum bu dünyada.
Geçen günlerin ardından, hâlâ o tren istasyonunda bana, gözlerinden dalıp gelen o bakışlarını düşlüyorum. Sanki, dünya benmişim gibi. Beni dünyaya sığdıramayan bakışlardan, beni dünya kılan bakışlara kaçışım bundan. Bundan sığınıyorum bu kelimelerin ardına. Senin bana kelimelerden ördüğün bu örtüyü örtüp bedenime, mektup mektup sığınıyorum dünyana.
Kimsenin olmak istemiyorum. İstemiyorum, iyeliklerin çukurunda boğulmak ve düşmek gözlerinden benliğimin. Senin olmasam ama sen olsam olmaz mı? Kalbindeki dünyada bir yer versen bana, içinde, benliğinin bir damlasından damlasam derin denizlerine...
Ellerim, gözlerim ve dileklerim; birinin evladı, arkadaşı ve kardeşi olmak istemiyor artık. Benim ellerimle tutmaya, gözlerimle görmeye ve dileklerini benimle dilemeye kalkışma! Ama ellerin tutsa ellerimi, gözlerin baksa gözlerime ve dileklerin okşasa dileklerimi; benliğimle var olsam yanında, sığabilsem şu koca dünyaya; nehirlerden ve denizlerden çok kucaklardım seni dostça.
Sana sen dediğime bakma, içimdekileri yalnızca sana dökebiliyorum çarpıtmadan, ondan böyle kızıyorum sana. Sahi, düzelttin mi şu işleri? Hani o uzak diyarlarda çok önemli işlerin vardı ya. Ne zaman gelirsin, omzunu ne zaman dayarsın omzuma merak ediyorum. Benliğimin bir damlası bir süredir uzak diyarlarda.
Sen sormadan söyleyeyim, iyiyim ben de. İçimde alabora olan her şeye rağmen, iyiyim. İyi olacağım daima. Şu sıralar hep gittiğim çiçekçi öyle güzel gelmiyor artık gözüme. Başka bir şeyler arıyorum. Belki de o hep bahsettiğin kitapçıya giderim. Çiçeklerden daha hassas bir şeye ihtiyacım var sanki yamacımda.
Ayna karşısında saatler geçiriyorum bu aralar. Öylece bakıyorum yüzümün her bir karışına. Gözlerim ışık vurunca hafif sarıya çalıyormuş, kaşlarımın biri diğerine nispeten daha kalın gibi. Dudaklarımda hep yerini koruyan birkaç çatlak var, yanaklarımdaki ince tüyleri okşuyorum biraz. “Bu ben miyim?” diye soruyorum sonra. Benliğim suretimden mi ibaret? Öyle işte, sıkmayayım seni sayfa sayfa suretimin betimlemesiyle. Bir de yazmaya alıştırdım kendimi. Önüme bir kâğıt alıp sayfalarca karalıyorum. Mektup yazıyorum daha çok sana. Sanki sana yazdıkça daha çok var olabilecekmişim gibi, benliğime güven duyan bir tek sana, yazıyorum sayfalarca.
Sanki, dünya benmişim gibi attığın o bakışın hatırına, ayna karşısında, kelimelerden bir benlik inşa ediyorum sana, bana ve dünyaya…