Yolcu

Yazar

Sinan Urhan

31. Sayı

Mektuplar

Åžairin, meçhule giden gemisinin müstesna yolcusu idi ÅŸimdi ve yolun buradan sonrasında her daim... Omuzlarında yalnızlığın sökük hırkası, yollara düÅŸmüÅŸtü iÅŸte. DüÅŸmek adetindendir gönlün, yol dediÄŸin nedir ki? 

Hakikat heybesinde, katık nev’inden bir kalem ve bir de kâğıt… Dilinde, satırlara devÅŸireceÄŸi birkaç tutam cümle...

Zamanın uçsuz ve bir o kadar bucaksız deryasında ağır ağır yol alıyordu. Bir kıyıda kıvrıldı  dizleri. Kalem döküyordu yüreÄŸindekileri satır satır... 

Sevgili Dost; 

Gözün gördüÄŸü kadarsın yeryüzünde fakat gönül dediÄŸinin haddi hududu yoktur. Bakacaksan gözle  deÄŸil,  gönülle bak ki dünyanı bileyim. Zira gönül gözünle bakmak dediÄŸindir ömre muadil bedel. 

Sevgili Dost; 

Åžimdi gözünü etrafında gezdir ve elini göÄŸsünün soluna götür. Orada bir hane bulacaksın sana hayat veren. AÄŸzına geleni orada yıkamadan sakın akıtmayasın dil çeÅŸmesinden. Bilirim  kırılırsın elin söz bilmezinden. Ve dahi kırıldın ama kırmamaktır muradın zamanın her deminde, bilirim. Bak ÅŸimdi soluklandığın aÄŸacın gölgesine ve soluk aldığın evrenin arzına.  “Dallar kırılır senin gönlünü taklit için.” 

Kâğıt ve  kalemi  heybesine  koydu,  hafif  doÄŸruldu  zira  yolu  uzundu. Derin bir iç çektikten  sonra yeniden yola koyuldu. Hasret ateÅŸi vardı yüreÄŸinde, kavuÅŸmak aşını  piÅŸiren. Yol  hasretti,  hasret kavuÅŸmak... KavuÅŸmak büyüktür kırk yıllık hasretten. Zihninde fırtınalar  kasıp  kavurma  derdinde, yerle yeksan kavramının karşılığı ne ise onu ikram ediyordu  ziyarete  gelenlere.  Mazi  penceresinin  önüne  geldi.  Etrafı  ÅŸöyle bir seyre daldı. Çok severdi pencereleri. Çiçekleri  vardı koklamaya kıyamadığı. Ä°nsanlara uzatırdı o canım saksıları. O insanlara penceresindeki  nadideleri  verirdi. ÇiçeÄŸi kalmadı bir gün penceresinde. Koklamak ümidiyle gitti insanların  penceresine. Koklayamamak gelmemiÅŸti aklına. Çiçekti, saksıydı en fazla göreceÄŸi. Fakat  insan bu, acımazdı ki. Acımazdı fakat acıtırdı. Sen ona çiçek verirdin de o sana çiçek  toprağından tuÄŸla yapardı, tuÄŸladan da  duvar örerdi.  Bir süre yürüdü. Gidiyordu zira. GeliÅŸini  bekleyene, o gidiyordu. Hayat iÅŸte bu, dedi zaman denizinde. Kimine gidiÅŸ olan, gelendir  kiminde. DaÄŸlar, denizler ne varsa yol nev’inden olmayan, yol oluverir gelmesini bilene. Giden  misin  ÅŸimdi,  yoksa  gelen  mi ? Yoksa öylece bekleyen  mi? Ya gelmeli bu hayatta yahut  gitmeli. “Zira beklemek” dedi  “Bir  yarayı  sayıklamaktır.” Gün hafiften  aÅŸmaya  baÅŸlamıştı.  Yenice boy atmakta olan bir aÄŸaç gövdesi buldu. Heybesini yastık yaptı, ona bağışlanacak  bir  gün daha olacağı ümidi ile tanrıya dua etti. Dizlerini karnına doÄŸru çekti, müÅŸfik aÄŸacın  gövdesinde ona bahÅŸedilecek yeni güne dek  huzurla gözlerini  kapadı. Gözlerini  açtığında  gün  hafiften  yüzünü  göstermiÅŸti. Bir gece önce dua ettiÄŸi tanrıya böyle bir lütuftan  dolayı ÅŸimdiki  zamanda  teÅŸekkür  ediyordu.  AyaÄŸa  kalktı. GüneÅŸi  kucakladı. Heybesini omuzladı. “Oturmak,  yola  hürmette  kusurdur.”  dedi.  “Yol  varsa  ÅŸayet  yolcu  da  muhakkak…”Gitti,  geleceÄŸi  yere kadar, öylece gitti.