Bölünmüş Zaman

Yazar

Melis Eda Ercan

30. Sayı

Denemeler

Zamanın bu denli ayrışması uzun süre üzerine düşünüldüğünde oldukça mantıksız geliyor. Dün gizemli bir adada geçen, bir döneme damgasını vurmuş Amerikan televizyon dizisi olan “Lost”dan bir replik beni düşündürdü:

-Bu gülünç, bu lanet olası adada zamanın ne önemi var?

Kendimi yaşadığım çağdan ve tüm koşullarından bağımsız doğanın çıplak kollarında, insanlığın ilk zamanlarında hayal etmeye çalıştım. Bir günümü nasıl, nerede geçirirdim gibi sorularla meşgul oldum. Ama aklıma ne zaman ne yapardım gibi bir soru hiç uğramadı. Kendimizi primitif düşündüğümüzde zaman çizgisi gittikçe silikleşiyor sanki. İnsan ilk hâliyle bir kovukta yaşarken sabahın sekizine alarm kurmayı aklından geçirmemiş olmalı. Modern çağda üzerimizde ağırlığını hissettiren, alanımızı sınırlayan ‘zamanlama’ kavramı günümüzdeki haliyle oldukça ayrıntılı ve komplike. Sizlere yüzyıllardan ya da aylardan değil, saliselerden hatta olabilecek en küçük zaman parçasından bahsediyorum. En küçük parçası bile pek çok alanda gücü ve üstünlüğü elinde tutan bizleri kolaylıkla ezebilecek güce sahip.

 Zaman kavramının önemini kaybettiğine kendimi tam inandırmıştım ki aklıma kayda değer bir anı yaratma arzusundan sıyrılmanın mümkün olmadığı geldi. Hatıra defterleri, fotoğraf makineleri, tuttuğumuz günlük yazıları aslında hepsi kontrolü elimizde bir parça olsun tutabilmek, geçmiş zamanı ölümsüzleştirmek için yapılmıyor mu? Zamana bu denli fazla anlam yükleyerek biz mi var ettik? Acaba ilk insanlar için bir çalar saatin değeri ne olurdu? 

Yine de yaptığımız sınıflandırmalar hoşuma gitmiyor değil. Bölerek isimlendirdiğimiz sene kavramı; sonbahar, ilkbahar, yaz ve kış… Kimi zaman içimizde bir sıkıntı yaratan mayıs ayları; temiz, beyaz şubat ve parlak, umutlu haziranlar... Bunları bizim yarattığımıza eminim. Peki şimdi ne yapmalı? Zaman, elimize alıp buruşturarak ezebileceğimiz, yok edebileceğimiz bir kutu değil. Bu çağda doğduk ve saatlerimizi düşünmeden yaşamamız çok güç. Bunu başarmaya yakın insanlar elbet var. Fakat bu çabanın uzun bir süreçte etkisini yitireceğine inanıyorum. Tüm bunlara rağmen kendini biraz olsun bu çemberden uzaklaştırabilen insanlara gıpta etmemek elde değil. 

Çağımızda zamanın farkındalığından kurtulmanın bu kadar zor olması kafa karıştırıcı olabiliyor. Kendimizi bu kavram üzerinde ne kadar kontrol sahibi ve farkındalıklı olduğumuza göre şanslı mı saymalıyız? Yoksa tam tersi şekilde bu sınırlamadan kurtulmanın yollarına, çemberi silikleştirebilmenin mümkün olup olmadığına mı bakmalıyız? Belki de bu kişiden kişiye göre değişebilen bir cevaptır. Yine de inanıyorum ki kimimiz onun kollarında huzur bulacak; eski fotoğraflara, yazılara bakacak ve artan farkındalığımızla bırakabildiğimiz, bırakacağımız hatıraların heyecanını ceplerimize dolduracağız. Serüvenimize devam ederken zaman, sitem edeceğimiz bir endişe kaynağı değil; serüvenimizin ta kendisi olacak. Çünkü zaman annemin göğsünde uyukladığım bebek hâlim, süt dişlerimle ilkokul yıllarım, koşturduğum, düştüğüm ilk gençliğimi içine alıyor. Nasıl bütünüyle nefret edebilirim ondan? Dönüyorum dolaşıyorum ve aynı yerdeyim. Zaman soyutça ilerlerken, bizleri de önüne katmayı ihmal etmiyor.