30. Sayı
Öyküler
Bir zamanlar sokaklarında koşturduğu, gülüp eğlendiği o mahalle... Herhangi bir yer bir bina, bir çeşme yahut bundan on sene öncesine kadar sırtını yaslayıp etrafa gülücükler saçtığı bir duvar ve orada hayatın güzel ve bir o kadar çetin zamanlarından bihaber küçük, masum hayata karşı bitap bir çocuk sonrası içten içe acı bir gülümseme…
Farkındaydı, evet hiç kimse yoktu. Bu düşünce zihninin derinliklerinden çan sesi gibi kendisini uyarıyordu. Kendi düşüncelerinin içinde kaybolmuştu. Heyecanla ruhunun derinliklerinden gelen, hicranını kışkırtan çığlıkları yatıştırmaya çalıştı.
Gökyüzü aydınlığa kavuşuyor, gölgeler yavaş yavaş etkisini azaltıyordu. Kuş seslerinin yerini çığlık sessizliği almıştı. Zamanın büyüsüne kapılmış, gülümsüyor, adımlarını yavaş yavaş atıyordu. Şu an yaşadıkları da geçmişin gölgesinde kalıp anılara dönüşecekti, hatta dönüşmüştü bile. Mütemadiyen bir nehir gibi akmakta olan zamanın içinde hapsolmuştu. Nasıl bu denli kendisini alıp geçmişin tozlu günlerine götürmüştü. Bilmiyordu…
Sahi zaman dediği neydi?
Anların, anılara dönüşmesi miydi?
“Keşke”lerle beraber acı bir tebessüm yahut “İyi ki”lerle beraber içten bir gülümseme…
Hiç beklemediği bir zamanda, belki bir ses, bir yüz, bir renk yahut herhangi bir yol, o kargaşanın içinden onu alıp belki çok kısa ama bir o kadar derin bir yolculuğa çıkartacak, düşüncelerinin içinde boğulmasına müsaade edecekti. Bütün bunları artık anlamış gibiydi, canı sıkılanlara has bir tahammülsüzlükle derin bir nefes alıp, zamanın büyüsünden şimdilik kurtularak yoluna devam etti.