Farkındalık Sezonu (Tülin’in Aynası)

Yazar

Candan Yılmaz

31. Sayı

Öyküler

Yağmur çiseliyordu. Sargısız yolculuklar evreni... Penceresinden gördüğü ve baktığı maviliğin evrimsel teorisi aklında bir soru işaretiydi. Ah Tülin, vah Tülin! Nasıl geçecekti çınarsız mevsimin? 5N1K tablosunu hazır etmeliydi karmaşık odasında. Şema terapisi, iyi hissetmek ve zirvesel gelişimlere adım adım kurgulanıyordu. Jackie’nin sıcacık gülüşü vardı yatağında. Sarılmak bedava, ümitler dopdolu ve hayat durgundu. Jackie kendi yıldızında yüzmeyi ve parıldamayı öğrenirken ona da rehber olsaydı keşke. Bazen tek isteği bir evcil hayvan gibi yaşayabilmekti. Onlar gibi sağduyulu ve merhametli olmak ne yüce bir meziyetti. Jackie ne zaman onun biraz yakınında bulunsa huzurun cennetine sürüklenirdi. Hep ve gerçekçe... Durağanlığı kaldıran tek durgunluk huzurdu. Deneyim kazanmak, kazanırken kaybedip kaybederken yeniden kaybolmak... Kısır bir döngü mü yoksa düşünce ve kavram yanılgısı mı bilinmez. Bilinemez... Yapabilme kapasitem sınırlı dedi hep. Sıradışı olmak, kalıplara sığmamak ve uyumsuz olmakla suçlanmak kadar haksızca bir itham yoktu.  

“Sınırlı olan tek sınır, benim.”  

Bir Türk kahvesi farkındalığını arttırırdı. Makinesinden zaman buharı yükseliyordu. Uykusunu kessin istese de geçti. Bir Türk Kahvesi ile Dertleri Savurma Merkezi eşittir. Zihnini berraklaştıracak o şarkıyı açtı. Klasik müziğin hoyrat kızı Selin geliyor. Kemerlerinizi bağlayın, uçuşa hazırlanın! She Passed Away Alone At Sea...  Hayır, tercih edilecek en son seçenekti. Neden? Anlamı anlamsızlıkla, beklentiyi beklentisizlikle ve yararı zararsızlıkla bağdaştırmalıydık? Büyüme sancısı gelince kelebeklerimize, kozalarımız bile pusulasız kalırdı. Duyguları ambalajlayıp tekdüze üretmişler gibi... Hangi fabrika böylesine paragözdü? Göstergesiz tiyatrolara konuk olduğundan beri 18 yaş asrında duraksamaktaydı. Farkında değillerdi. 18 yaş asrı makaleleştirilmişti. Duygu ve düşünceler kehanetleşip sineye çekildi. Asırlar önceydi ambalajlı bir kendilikte bilinçsizleşmek… Bir insan kaç halde ölürdü? Katı, sıvı ve gaz halinde mi yoksa hayal kırıklıkları, duygusuzluk ve umursamazlık üçlüsünde mi biçim değiştirirdi? Pervazdan dinlediği bu şarkı ölümsüzdü. Binlerce kez var olup, hastanelik olup yeniden doğmaktaydı. Bomboş bir yazıydı. Maddi manevi kaybın en özgünü bu satırlar olmalıydı. Anlam yarattığı durum betimlemelerinde tohumları yeşeriyordu. Tülin ve alternatif yaşamları bugün de köşe yazısı olarak evini kaplamıştı. Keşke o kadar kolay olabilseydi. Alternatif bir yaşamı dizayn edemeyecek ölçüde hesapsızdı hayatı. Çok sadeleştiği formüllerinde yalnızca eksik olan tek eşitlik ruhuydu. Ne bir tiyatro sahnesi ne de uzun uzun sorgulamak etki edememişti doyumsuzluğuna. Bu açlığı tarif etmek için uğraşmamıştı. Bile bile yapılan ve söylenen ne varsa bilinçaltı rüyaları gibi ayrışıyordu. Beyninde, kalbinde ve ellerinde... Upuzun geleceğini, kelebeklerle bezeli güzel gözlerini ağlatamazdı Tülin. Bunu yapmak gereksizdi. Çok güzel ve güçlü bir kadın olduğunu, yetersiz olmadığını ve sevme potansiyelinin kendisini besleyemediğini görmek açıktı. Kendine dürüstçe geribildirimlerini vermişti. Issız bir alevin son perdesini közledi. Zaman metasına çiçekli yazısını sığdırmadı. İsimsiz dizeleri kümelendirmeyip iyileştirmeyi seçti. Sonuçsuzdu. Sonuçsuz olan ne varsa sonuçlarında mutluluk bakiydi. Canlı, saygılı ve ciddi bir yaşam biçimiydi. Kıtlık bilinci ve direncinden tamamen boşandı. Daha değerliydi. Yaşantılarını kabul edip gökyüzüne uçurtma misali salıvermişti. İçgörüyle farkındalıklarını biriktirmişti. Sandığında öz şefkat günlüğü ve soruları mevcuttu. Her gece özenle doldururdu bu sayfaları. Olabildiğince yaratıcılığın mayasını kullanırdı. Ay gülümsedi ellerine. Yatma vaktidir. Her uyku farklı bir güne uyanıştı, bu sebeple vicdanını yastıkta eritirdi. En olası sabahlara kendinden imza aktarabilmek içindi mücadelesi. Diyalektik konferanslara şahit olurdu. Tülin’in sarmaşıklaşması maviliklerde yıldızları atıştırırdı. Bulutlar yağıyordu. Duygulardan duygusuzlara...