31. Sayı
Denemeler
Campell’dan ilhamla
Eğer ‘yol’ teması söz konusu ise mutlaka göz atılması gereken kitaplardan biri de Joseph Campell’ın “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (The Hero with a Thousand Faces)” isimli kitabıdır. Kitabın adı İngilizce’den direkt çevrilseydi eğer “Bin Yüzlü Kahraman” olmalıydı. Nasıl da itici geliyor kulağa değil mi bin yüzlü olmak, özne kahraman olsa bile. Peki, Campell’ın da iddia ettiği üzere tarih boyunca tüm mit ve destanlarda kendine yer bulmuş kahramanın sonsuz yolcuğunun gündelik yaşamlarımıza uyarlanabilirliği üzerinden bu fikri ele alırsak ne olur? Okuduğunuz bu satırlar bu sorunun yarattığı bir zihin fırtınasının ardından ortaya çıkan gökkuşağı olarak ellerimden sizlere dökülüyor.
Campell’ın kitabının adı ve kapağındaki Ouroboros Türkçe versiyon için her ne kadar şık dursa da kahramanın yolculuğunun sonsuz olduğuna inanmıyorum. Kitabın ana iddiası; yola çıkan kahramanın, yolda karşılaştığı zorluklarla ve hatta ölümden döndüğü bir olay sonrasında güçlü bir bilge olarak başladığı noktaya (eve) döndüğü yolunda… İlk bakışta mantıklı gelse de gerçek değil. Bir kere yola çıkan kahraman değil. Sonsuz olduğu iddia edilen yolun “sonunda” eve dönen ise yola çıkan kişi değil, ev ise artık kahramana dönüşen yola çıkmışın bıraktığı ev değil. Yola çıkan ile varan kişi aynı olmadığına göre hangi yol sonsuz olabilir öyleyse?
Benim cevabım: E) Hiçbiri
Termodinamiğin ikinci yasası entropidir. Entropi, var olan her şeyin bozunmaya mahkûm olduğuna dayalı bir yasadır. Dolayısıyla Campell’in teorisinde olduğu gibi yola çıkan kahraman bir savaşla, güç bir durumla ya da ölümle burun buruna gelmese bile vardığı ya da döndüğü noktada zaten başkalaşmış olacaktır. Dolayısıyla bu noktada artık yolculuğun sonsuzluğundan bahsetmek mümkün değildir. Buna ek olarak bin yüzlü olması tezi ise doğrulanabilir. Değişim ve başkalaşım geçirmek; hareket hâlinde yolda olmaya değil, yolda duruyor olsak bile var olmaya devam ettiğimiz her âna özgü bir durumdur. Dolayısıyla yaşamın kendisini “yol” olarak metaforize etmek her zaman için eli kalem tutanlara çekici gelen bir retorik olagelmiştir.
Geldik mi şimdi fasulyenin faydalarına? Yolda olmak, yaşam yolunu yürümek... Hep bir hareketlilik hâlini, ilerlemeyi, varılacak bir noktaya doğru ivmeyi ifade ediyor. Değil mi? Yürümek, her zaman bir yere varmakla mı ilişkilidir? Hep yolda olmakla ya da? Hiç telefonda konuşurken yaşam çiçeği çizdiğiniz olmadı mı olduğunuz yerde? Peki ya yol, ilerlemekle değil de yalnızca hareket halinde olmakla ilgili bir şeyse? İlerleme ya da ivme yolun kendisi ile değil, hareketle mütekabilse? Yani, sen hareket ettikçe ilerleme onun karşılığında ortaya çıkan bir durumsa? Malumun ilamı gibi sorular değil mi? Ama işte bu noktada ‘yol’a atfedilen kutsiyeti aradan çekince hareket ve ilerleme bir fizik yasası gibi safça ve sapça karşımızda dikiliyor. İşte ‘yol’ bu noktada devreye giriyor.
Tıpkı Campell’in “Bin Yüzlü Kahraman” kitabının ismini afili bir şekilde “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” yapan hayat (Türkçe söyleyene saygılarımla) metaforlar, abartmalar ve kalıplara sıkıştırmalarla bize neler yapmaz. Oblomov’un ataleti ile Gılgameş’in arayışı, göz ardı edilmişlikte birbiriyle yarışır. Konusu geçtikçe adı geçen, niş hayranlıklar dışında anılmayan bu iki kahramanın öyküsü yolda olmakla yakından ilgili iki ayrı uç örneği temsil eder. Oblomov’un karşısına da tanrılar bir Enkidu gönderseydi, Oblomov, bildiğimiz Oblomov olarak kalmaya devam edebilir miydi? Peki, Gılgameş hırs bürümüş gözleriyle halkına zulmedip tanrılara şikâyet edilmeseydi ‘kahraman’ olabilir miydi? Oblomov’u kahramanlıktan alıkoyan bir yola baş koymamaksa eğer, tüm baskılara rağmen tembelliğinden vazgeçmemek Oblomov’un ‘yol’u olarak tasvir edilemez mi? Bir ‘şey’ olmak, bir ‘şeye’ sahip olmak yola atfedilen anlamı değiştirebildiğine göre her yol kendi bacağından asılır diyebilir miyiz?
Bunca soruyla asıl demek istediğim şu:
Kahramanın Binbir Yüzü, biziz. Binbir yüzü bir mitte veya bir romanda bulmak mümkünken hepimiz, hareketliliğimizle, hızımızla, katettiğimiz mesafe ile ya da dönüp durduğumuz labirentlerle yolun kendisiyiz. Her an yeni bir yola çatallanabilir, her saptığımız yol yeni bir biz yaratabilir, yeniden, yeniden yürümeyi bile öğretebilir. Koşullar, deneyimler, bakış açıları; dışarıdan aynı görünen her yolun şahsına münhasır kilit taşlarıdır. Binlerce adımda binlerce yüze bürünerek yürüdüğümüz bu yolda büyüyü yolun kendisine atfetmek, içinizdeki akışkan kahramana haksızlık olabilir. Ezeli ve ebedi olmayan devinimimizi yol ile metaforize etmek iç rahatlatıcı ve kolaylaştırıcı olsa da yola değil, yola girene odaklanmak belki de sosyal yaşantımızda ayağımıza takılan tüm taşları ortadan kaldırabilir. Başkasının yoluna, başkasının adımlarına bakarak yürüyenin kendi yolunu kaybetmesi an meselesidir. Binbir yüz, aynaya baktığımızda gördüğümüz sürece bizimdir.
Aynaya baktığınızda kendi yolunuzdaki yüzlerinizi görmeniz dileğiyle...