Kimi zaman bir tutsak gibi hissettiğiniz oluyor mu kendinize karşı hiç?

Kabuğundan sıyrılıp dünyayı keşfetmeyi isteyen ve bekleyen bir minik meraklı yolcu oluyor musunuz mesela?

Kurallarını, iznimizin olduğu gizemli sınırlar ölçüsünde nitekim bizim koyduğumuz naçizane hayatlarımıza bütün yaşamımız boyunca kaç anı sığdırıyoruz kim bilir...

Anıların içindeyse:

Kaybolmak, hatırlamak, unutmak , özlemek, sevmek, ağlamak, empati kurmak, fedakar olmak, gülümsemek, tebessüm etmek, korkmak  en çok da her şeye rağmen tevazu sahibi olabilmek oluyor belki de...

Sayabildiklerimiz bu kadar gibi görünse de bence biz sayamadıklarımızdan içimizde, ruhumuzda yanardağ misali en dipte olanlardan sorumluyuz. Özellikle de duygularını içinde yaşamayı tercih edip dışına vurmaktan biraz çekinen bir insansak...

Düşünsenize mesela tamamen size ait bir motokaravanınız var hep hayallerinizdeki gibi antika, turkuaz renkte hafif gıcırtılı, yürüdüğünüzde hafif ses çıkan, rengarenk aksesuarlar ile süslenmiş , içinde kamp malzemelerinizin, konserve yiyeceklerinizin olduğu bir dolabınızın bulunduğu, kitaplarınız için boş kapaklı bir raf olan , mini tuvaletinizin ve simetrik şekilde tuvalet kağıdı rulolarını dizdiğiniz minik dolabınızın olduğu, gördüğünüz her boş yere kendi yaptığınız çizimlerinizi astığınız, sonbahar temalı kiremit rengi rustik perdenizle, tertemiz, kendi çapında ziyadesiyle özgün ve özgür mükemmeliyetçiliklerden uzak bir motokaravan...

Rotasız adımlarınıza eşlik eden en güzel yol arkadaşı hatta...

Sevdiğiniz melodilerle hatta retro plağınız eşliğinde keyifle yaptığınız bir yolculuk... 

Uçsuz bucaksız keşfedilmeyi bekleyen yemyeşil bir yol ve kendi benliğiniz ile baş başasınız.

Yolculuk size çok şey katmaya başlıyor; bazen yola çekilen şeritlerden birinin diğerlerine uymayan simetrisine bakıp dalgın oluyorsunuz, bazen ise birisi tarafından azar yemiş gibi dikkatli bir sürücü olurken bazen de ağlamaktan şişen gözlerinizle yolu yarıda bırakıp  dinlenmek istiyorsunuz. Sonuçta hayatta her şey bizim için öyle değil mi ?

Kaybolmak da, yolu bulmak da, ağlamak da, gülmek de...

Kamp sandalyemiz de kırılabilir, tekerimiz de patlayabilir, kaza da yapabiliriz, kafamıza kuş da pisleyebilir; fakat bunların yanı sıra şarampole savrulup mucizevi şekilde hayatta kalarak hafif bir yaz yağmurundan sonra tepelerin ardında yüzünü gösteren utangaç güneş eşliğinde dere kenarında otururken gökkuşağına da rastlayabiliriz. Gökkuşağı göz kamaştırırken de manzaraya karşı içine sevdiğimiz her şeyi koyarak yaptığımız yargılara bağlı kalmayan sınırların dışında bizce sağlıklı olan salatamızı yiyebiliriz. 

İyisiyle kötüsüyle acısıyla tatlısıyla siz etrafı keşfettiğinizi farz ederken asıl keşfettiğiniz şey kendi benliğiniz, ruhen ve bedenen zorluklara karşı yılmadan ilerlemeye çalıştığınız kendinizle olan mücadeleniz olacak.

Rotasız adımlarınıza eşlik eden naif ve bilinmez yollar, yağmurlu günler, fırtınalar, güneşler...

Her sabah umutla yüzünü yeniden gösteren güneş, serin sabahlar, tablo gibi dökülen yapraklar ve direksiyon başında siz varsınız.  

Üstelik daha ehliyeti alalı dört yıl olmuşken, hayatın en deli dolu ama bir yandan da yalın evresindeyken, keşfetmeye meraklı bir gençken...

Doğrular ve yanlışlar olgularına takılı kalmadan daha doğrusu olgularınızı kesin yargılara hapsetmeden özgür bırakıp bilinmezlikleriniz, yanılgılarınız ve kaygılarınız ile devam ettiğiniz bir yoldasınız.

Dikkat ettiğiniz tek bir durum var o da her şeye rağmen hayallerinizi serbest bırakmak çünkü bana göre ruhen ve bedenen rahat bir zihinde düşünülen hayaller , yapılan planlar hayatta özgür oldukları için gerçekleşme potansiyeli bulurlar.

Bence biz çoğu zaman özgür bırakabildiklerimizle yola devam ederiz. Geride kalanlar ise henüz aşamadığımız fakat sorun gözüyle de bakmadığımız, adeta güneşin ardından gelişen yağmurlu bir hava gibi farz ettiğimiz kaygılarımız olur.

Hayallerimiz de ruhen ve bedenen sağlıklı olduğumuz evrede en az kaygılarımız kadar yer kaplar zihnimizde.

Bizim müsaade ettiğimiz kadar olmasını isteriz her şeyin ama kaygılar kapıyı çalarak gelmezler ki!

“Sayın davetsiz misafirler, lütfen gider misiniz?” de diyemeyiz.

Onlar eşsiz yolculuğumuzda bizi yalnız bırakmak istemeyen tatsız arkadaşlardır.

Fakat eğer ki biz kendimizle olan bu yolculuğumuzda direksiyonu çoğunlukla kendimiz tutabilirsek yani kontrolü elimizden geldiği kadar kaybetmezsek izinsiz kendi alanımıza giren tatsız arkadaşları da kapı dışarı etmiş oluruz.

Çoklardan, hiçlerden, enlerden, amalardan, fakatlardan, aslalardan hoşlanmayan alışılagelmiş kalıplar yerine eğer, oysa, mademki, belki, iyi kileri yerleştirmek isteyen bir yolcudan sevgilerle...

Belirsiz rotalarınız ve özgür bıraktığınız sevgili ruhunuz ile nice gün doğumları ve eşsiz gün batımları dilerim.

Unutmayın hayatınızın yolu da, yolcusu da, ucu da, bucağı da sizsiniz.