Bir Başına

Yazar

Ali Aytar

31. Sayı

Öyküler

  Aslında çiçekleri seviyordu. Lakin ev ahalisi Günzira gibi düşünmüyordu. Mesela küçük saksılardaki çiçekleri daha büyük saksılara aktarırken ki dökülen küçücük toprak tanelerine dahi tahammülleri yoktu. Kitapları da seviyordu. Gerçi kitap sevmeyen insan olmuyordu zaten. Kitaplara çok fazla dokunduğundan,bazen evin içerisinde ona farklı bir gözle bakabiliyorlardı. Hayatı yer yer sağanak yağışlara maruz kalıyordu. Tanımı kişiye, zamana ve mekana göre farklılık gösterebilen hayat kavramı onun literatüründe de cüretkar bir tavır almıştı. Kimilerine göre çok aksi birisiydi. Uyumsuzluğu ona uyum katıyordu. Herkes gibi olmamak onun nazarında müthiş bir eylemdi. 

  Belediyelerin oy kaygısı ile sadece günün belirli saatlerinde olmak kaydıyla, zoraki toplu taşıma seferi koyduğu kuş uçmaz kervan geçmez semtlerin genellikle mezarlık ile son bulan durakları gibiydi. Hani şu soğuğuna dayanılmaz, rüzgarı bitmez ve panosundaki camı kırılmış yıkık dökük duraklar. Bir beldenin genellikle kabristanları en ücra yerlerdedir. Takdir edersiniz ki toplu taşıma seferlerinde son duraklar genelde buralarda kurulur. Tıpkı hayat denilen mefhum gibi. Yüreğinde batan güneş sayısı bir hayli fazla idi. Bu tabir pek hoş olmasa da görmüş geçirmişliğin ve yaşanmışlığın nişanesi olmaya hak kazanmış nadir tanımlardandı. Tanpınar, yalnızlığı hissesine düşeli epey zaman olmuştu. Ahalinin söylediklerini buruşturup bir tarafa attı. Dışarı çıkıp biraz kendiyle vakit geçirecekti. Birisini yürekten çağırır nitelikte beklemeyeli epey zaman olmuştu. Aceleyle evden çıktı. Sokağın başına daha yeni gelmişti ki sol ayakkabısının bağcıklarını her zaman ki gibi sıkıca bağlamayı beceremediğini fark etti. Aslında belki de sıkıca bağlamak istemiyordu. Şu hayatta her şeyi sıkıca bağlamıştı da ne oldu? Bazı zamanlar ayakkabılarını dahi bırakarak alabildiğine koşmak istiyordu. O kadar koşmalıydı ki her gece yatarken merhem sürüp oluşabilecek çatlakları engellemeye çalıştığı ayaklarının altı dahi kan ve ter içerisinde kalmalıydı.  

Kafenin sokağına girerken hafiften yağmur yağmaya başlamıştı. Aceleci adımlarını daha da hızlandırmak durumunda kaldı. Neyse ki kafenin önüne gelmişti. Tabii bu aceleci adımların bir bedeli olmalıydı. Ayakkabılarının önleri çamurlanmıştı. Meşhur çocukluk hareketini yapıp, ayakkabılarının önünü sırasıyla pantolonunun paçalarının arkasına sürtme isteği bir an aklından geçtiyse de kafeden içeriye bakınca içerinin bir hayli kalabalık olduğunu gördü. Tabi ki normal şartlarda bu hareketi yapacak bir karaktere sahip değildi. Çocuklukta dahi yapanları şaşkın gözlerle seyrederdi. Bir ıslak mendil bütün sorunu çözebilirdi. Fakat bunu tercih etmedi. İçinde hiçbir şey kalmasını istemiyordu. Çocuklukta bu hareketi yapmadığı ya da yapamadığı için işte bugün yapacaktı. Evet evet hem de şu an yapacaktı. Kalabalığa dönüp, ayakkabılarının önünü sırasıyla pantolonunun paçalarının arkasına sürtmeye başladı. Çok saçma gelebilir fakat içinde bir başarı öyküsüyle karşılaşmış gibi gururlandı. Etrafta bulunan kalabalığa sebepsizce edalı bir bakış attı. "Evet hadi durmayın beni ayıplayın, iğrenç hareketi bu yaşta neden yaptığımı sorgulayın ve benim utanmaz olduğumu söyleyin." dedi. Fakat hiçbir ses çıkmamıştı. Zaten ayakkabılarının önleri de tertemiz olmuştu. Artık içeri girebilirdi. 

Kafeye girdiğinde köşede gözüne ilişen ilk boş masaya oturdu. Karşıdan gözgöze geldiği garson yaklaşırken, “Bir çay alabilir miyim?” diye seslenmek içinden geldiyse de çayla pek arası olmadığından bu eylemden vazgeçti. “Ne alırdınız?” diye sordu garson. Hiç tereddüt etmeden “Sade ve soğuk filtre kahve size zahmet.” dedi. Oldu olası anlamsız bir şekilde bu sipariş işlerinde yüreğinde hafif bir heyecan hissederdi. Belki de herkes bu heyecanı hissederdi de dillendiremezdi. 

Kahvesi gelmiş, ilk yudumunu da almıştı. Kendisiyle baş başa kalması gerektiğini geçen gece anlamıştı. Aynaya bakıp kendine, “Acil görüşmemiz gerekiyor.” diye seslendiğini ev ahalisi dahi duymuştu. Şimdi bir başınaydı. Kendince bir varoluş sancısı etrafını kuşatmıştı. Bir yudum kahve, keder ve uyumsuzluk geçti masanın üzerinden. Peşi sıra aksilik, inat ve uyum onları takip etti. Kahvesi bitmişti. Günzira, çantasından çıkardığı deftere birkaç cümle de olsa bir şeyler yazmak istedi. Lakin şu içerisinde bulunduğu ruh haliyle bu mümkün değildi. Hesabı isteyip, ödedikten sonra çıktı. Daha iki sokak  öteye gitmemişti ki delice bir yağmur bastırdı. Kısa bir koşuşturmaca sonrası yıkılmaya yüz tutmuş saçak altına sığınabilmişti. Üstelik ayakları da ıslanmıştı. Bu yağmur duracakmışa benzemiyordu. Bir müddet daha bu saçak altında beklemek durumundaydı. Evet, yine gelmişti. Ara ara anlamsız bir panik atak durumu kapısını çalıyordu. Nefes alamıyor gibiydi. Avuçları terlemeye başlamıştı. Bedenini saran titreme, ayak bileklerinde dahi kusursuz bir korku bırakıyordu. Eski ve usulsüz yalnızlıklar durağına bir durak daha eklemişti. Dalgındı. Rahvan atların gittiği yönü de kimse görmemişti zaten. Parmak uçlarının tedirginliği vardı yüreğinde. Hayat denilen ihtiraslar çukurunda çakılıp kalmıştı. Takati yoktu. Şayet adım atabilseydi, her adımı hükümsüz birer firar manifestosu olacaktı. 

Yağmur artık bayağı azalmış fakat her yer küçük küçük göletlere dönüşmüştü. Yine de gitmeliydi. Eve doğru yola çıktı. Aksilik bu ya yolun karşısına geçerken su birikintisine düştü. Artık  ayaklarının, parmak uçlarından topuklarına kadar tamamen ıslandığını hissediyordu. Eve girer girmez odasına yöneldi. Teni ile ıslak çoraplarını birbirinden hemen ayırmıştı. Çalışma masasının üzerindeki fotoğrafa bir derinlik ve duraksama ile baktı. Her daim odaya girince bir esenlik rüyası da onunla beraber yol alırdı. Dalgınlığı ellerine kadar tesir edebiliyordu. Herkes gibi Günzira'nın da yıkılan kaleleri, ihtiraslı sözleri ve derinlik bildiren farkına varmadığı yok oluşları vardı. Yağmur, onu epey yormuştu. Odasındaki yatağına sessizce uzandı. Biraz sonra göz kapakları yorgunluğa meydan okumayı bıraktı. Ağzında bir şeyler geveliyordu. Anlam bütünlüğü bozulmuş cümleler, kelimelerine alt devre muamelesi yapıyordu. Bir ara sayıklamaları kısa süreliğine kesildi. Çatlamış dudaklarının arasından "Üzgünüm!"  diye bir ses duyulmuştu sadece.