31. Sayı
Öyküler
Bir saati aşkın süredir yoldaydı ama karnındaki sesler sanki saatlerdir aynı asfaltta gidiyormuş gibi hissettiriyordu. Açlık olduğundan emin değildi, bir hışımla evi terk etmenin verdiği rahatsız edici his, hırçınlığını midesine yansıtıyor ya da mutfağa gitmek onun için yorucu bir hal almaya başladığında edindiği konserve yeme alışkanlığı amacına ulaşarak onu zehirlemişti. Sahi ne zamandan beri mutfağından taze yemek kokuları gelmiyordu? Bu soruyla irkilip direksiyondaki parmaklarını biraz daha sıktı. Evinin dağınıklığı gözünün önüne gelmişti, özellikle de hiç çıkmadığı odasının. Yanı başında duran işlevsiz ahşap sandalye, temizliğinden bihaber olduğu yığın halindeki kıyafetler, birbirine girmiş kablolar ve yatağın yanında duran eski tekstil fabrikasının önünde bulduğu odanın küçüklüğüne tezat üzerinde sadece bir tane ceketin asılı olduğu ayaklı askılık... Her şeyden çok yer kaplıyor ve oda içerisindeki hareketini kısıtlıyordu. Önceleri bu dağınıklığın üstünden askıdan destek alarak geçiyordu, bir iki kıyafete takılmayı sorun etmeyecek kadar umursamazdı. Sonraları bu takılma canını sıkmaya başladı ama hiçbir şeyi de atmadı, böylece askılık ile yatak arasında kendine bir düzen kurdu. Her geçen gün askılık yüzünden odaya gömülüyordu, en son konserve yemekle kendini iyice odaya hapsetmişti; bugüne kadar…
Onu dürten yemeklerin tadının aynı gelmesi miydi yoksa bu küçük yaşam alanında boğulmaya başlaması mıydı? İçten içe askılığa karşı bir öfke beslemeye başlamıştı. Ani bir kararla askılığın ayaklarını söküp masanın üzerindeki ıvır zıvırın arasından zorla bulduğu araba anahtarıyla evden ayrılmıştı. Bir planı yoktu, sadece ondan kurtulmak istemişti. Bu hurda yığını yüzünden kaybettiği özgürlüğüne kavuşabileceğine inanıyordu. Arabanın arka koltuğunda birbirine çarpan demir sesleri ilk başta kulaklarını tırmalıyor, yolcuğu çekilmez hale getiriyordu. Yolun başındayken onu bir köşeye fırlatabilirdi ama yapmadı. Bilmediği ıssız yollara saparak onu olabildiğince uzak bir yere atmak istiyordu, bir daha bulmamak üzere.
Ceketinin ceplerini sigara bulmak adına yokladı. Bir tane kırık daldan başka bir şey eline geçmedi. Bu duruma daha da canı sıkılmıştı ama tek tük arabanın geçtiği bu ıssız yolda elindekine katlanmayı seçti. Çatlak dudaklarına götürüp yan koltuğa fırlatılmış çakmakla yaktı, gözüne o sırada parmakları ilişmişti. Tırnaklarının kenarlarındaki etler yenmekten yara içindeydi. Zamanında birinin bunu yapmamasını söylediğini hatırlıyordu kim olduğunu bilmeden. Zihni bulanıklaşalı çok olmuştu; yaktığı sigaranın dumanı kadar uçucuydu hepsi. Gözünün önüne getirmeye çalıştı ama arka koltukta hala birbirine çarpan paslı demirin tiz sesi düşünmesini engelliyordu. Bir ara bir kedinin miyavladığını duydu ama bu da anıları arasına karıştı.
Parmaklarını incelemeyi bırakıp yola döndüğünde artık kendinden başka aracın olmadığını fark etti. Yolda bir iki tane de olsa görmek onu güvende hissettiriyordu, şimdi hepsi yolunu bulmuştu. Kendisi hariç… Geçtiği yollarda kurumuş çalılıktan başka bir şey yoktu. Neredeydi şu an, daha ne kadar gidebilirdi? Bu sorularına uygun bir cevap bulamamıştı. Gösterge sinyal verene kadar sürmeyi düşünüyordu ama yolun dönüşünü de hesaba katması gerektiğini fark etti, tabi gerçekten dönmek istiyorsa. Arabayı sağa çekip sonuna gelen ve dudaklarını yakmak üzere olan sigarayı aralık pencereden aşağı attı. Parmaklarıyla hala direksiyonu sıkıyordu. Bakışlarını tozlu botlarından çekip dışarıya baktığında gün ağarmaya başlamıştı, işini çabuk halletmeliydi. Tanrının unuttuğu bu yerden elbet biri geçecekti, umduğu da bu olabilirdi. Yol boyunca yalnızlığı arzularken şu an birilerinin çıkıp gelmesini bekliyordu. Ayaklarını sürüyerek dışarı çıktı. Titreyen eliyle arka kapıyı açtı ve hurda yığınını çıkardı. Yeniden birleştirmesi gerekiyordu. Sanki kolları askılığı taşımak istemiyor her adımında daha da ağırlaşıyordu. Bir an için arabaya dönmeyi düşündü ama vazgeçip sürüklemeye karar verdi, sürtünen parçalardan çıkan toz etrafını sarmıştı. Arazide biraz daha ilerledikten sonra parçaları yere bırakıp tozdan yaşaran gözlerini oynarcasına kaşıdı, bıraktığında gözünün önünde siyah noktalar dolanıyordu. İşte şimdi arabadan iyice uzaklaşmıştı, artık amacını gerçekleştirebilirdi. Önce ayaklarını yerlerine taktı sonra da üst parçayı ve en sonunda da ceketi askısıyla yerine astı. O anda ceketin ceplerini kontrol isteği uyandı içinde, uzun süredir bakmamıştı. Elleri serin havanın getirdiği korkuyla hala titriyordu.
Hakim olmaya çalıştığı parmaklarını ceketin içine sokup cebini yokladı, o anda kulağına dolan hışırtıyla çoktan nefesini tutmuştu. İçinden çıkarırken gözlerini kapatmış, korkunun gözlerini açması için kulağına fısıldadıklarını dinliyordu. Yumduğu gözlerini yavaşça açtı. Bir fotoğraf… Fazlasıyla yıpranmıştı, üzerinde ise bir kadın ve kedi. Kadın büyük gözleriyle ne kadar üzgün olduğunu belli ederken kedi bir o kadar sinirli bakıyordu. Tanıyordu onları ama onlara ait anılarını odanın hiç uğramadığı bir köşesinde bırakalı çok olmuştu. Daha fazla bakmaya dayanamayarak ceketin cebine geri koydu. Artık askılıktan kurtulmak istemiyordu.
Böylece rüzgarın dingin adımlarla ilerlediği yolu bir kez daha kontrol ederek askıdaki ceketin içine girdi. Önce kollarını geçirdi, askıdan çıkmamasına dikkat ediyordu, sonra önünü düzeltip düğmelerini ilikledi. Yanlış iliklemişti, bir düğme boşta kaldı.