Okuma süresi 2 dk

Savrulmak

Yazar

Gizem Ergin

33. Sayı

Denemeler

Kaybolduğumuzu nasıl anlarız? Nerede olduğumuzu bilemeyişimizden doğan sıkıntıdan ya da olduğumuz yerde hislerimizin de kaybolmasından mı? Üstelik bu yer gerçek bir yer olmak zorunda bile değil. Zira kalbimizin olduğu noktayı bulamayınca bu dört soğuk duvar üzerimize gelir gibi oluyor, bulunduğu yerden kaçmaya delik arayan bir fareye dönüşüyoruz. 

İnsan kaybolduğunda kendi dünyası da onunla beraber acı bir yokluğa doğru solup gidiyor. Geleceğin belirsizliğinden korkmak, yaptığın işi sevdiğini unutacak kadar alışmak ve hiç sevip sevmediğini düşünmeye fırsat kalmadan o hayata atılmak; bunların hepsi ya da bizim için hayatımızdaki önemi düşünürsek eğer, tek bir tanesi bile o soğuk boşluğun bizi çevrelemesine yetiyor. Dünyanın büyüklüğü, buğday tarlasında gezen karınca kadar küçücük hissettirince, kendine acıma duygusu diğer karanlık duygularla beraber iliklerimize kadar işliyor. Üstüne üstlük yüreğimizin gizli saklı köşelerinde yaşayan öfkeyi de tutuşturup alevini tüm benliğimize sardırdığı vakit bu küçüklüğü tam karşımıza bir dev aynası koymak için kandırıyor. Gözümüzde büyüyen hayatın içinde bir oraya bir buraya savrulurken bir bakmışız ki kayıp gitmişiz ve etrafımızda zifirî yokluktan başka hiçbir şey kalmamış. Oradan kurtulmak demek, kimi zaman bulunmak kimi zaman da aradığını bulmak anlamına gelse de bu karşılıklı bulunma ve bulma duygusu için incecik bir ışık hüzmesi kadar olsa dahi o berrak gölün, karanlığın içinde olduğuna inanmamız gerekiyor. Bize en yakın olanlar her ne kadar ellerini uzatıp bizi o puslu ve sık ormandan çıkarmaya çalışsa da insanın kendisi o “yere” inanmayınca ömrü boyunca orayı bulamıyor. Güzel bakarak içinde olduğu çevreyi güzelleştirme ile kalbinden geçenle bir olmadığı için hayatının önüne bir yanılsama perdesi çekerek ona bakma arasındaki sahte benzerlik, su dolu vazonun içine kâğıttan çiçekleri kendi ellerimizle koydurmasının verdiği talihsizlikle aç kalmış bir kurt karşısında bir başına kalmışçasına tehlikeli bizim için. Bu tehlike bir kayboluş; nereye gittiğini bilememek, nerede olduğunu görememek, kendini tanıyamamak ve nereden geldiğini unutmak…

Peki ne bizi sonsuz kayboluştan kurtarır? Hatırlanmak mı? Sevilmek mi? Daha hayatımızı ellerimizin arasında tutamıyorken hiçbir zaman sahip olamayacağımız şeylerin hesabını tutmak… Asıl bu anlamsızlık ruhumuzu kayboluşa teslim ediyor. Bunun aksine kendi içimize baksak; yüreğimize, işte o zaman dünyamızı şekillendirme gücünü kendimizde bulabiliriz. Hayatta böyle bir yere ait olmak için önce kaybolmak mı gerek bilmiyorum ama bu uyanışın, her seferinde apayrı bir huzur getirdiğini de inkâr edemiyorum. 

Tek başına bir güzelliği yok kaybolup gitmenin, kayıpken öyle hissettirmiyor en azından. Aradığın sahili bulmanın tatlı bir huzuru var; karanlık dalgaların dövdüğü, fırtınalı denizdeki kayıp gemilerden biri olmanın değil.