12. Sayı
Öyküler
Genç adam yazı masasının başına oturdu ve sandalyesini büyük bir özenle düzeltti. Açık pencereden karşı kaldırımda henüz yeni çiçeklenmeye başlamış kiraz ağacını görebiliyordu. Bisikletiyle kaldırımdan geçen bir çocuğun ağaca çarpmamak için manevra yapışını izledi. Sokağın ruhuna şahit olmak, genç adam için nefes almaktan farksızdı. Güneş, baharın gelişini haber veren sıcaklığıyla bulunduğu odanın içini aydınlatıyordu. Günlerden ne olduğunun bir önemi yoktu çoktandır. Takvim artık belirsizleşmiş, yalnızca mevsimlerin gelişine bakılır olmuştu. Geceler kısalıyor günler uzuyor ve havalar ısınıyordu. Baharın sonları, yazın başlarında olmalıydılar. Genç adam düşüncelerini, üzerindeki bir örtü gibi çekip atarken daktilosunu düzeltti. Bu masanın başında yalnız düşüncelere hapsolup saatler geçirmeyi severdi. Ama bugün değil. Yarına yetiştirmesi gereken bir yazı vardı. Akşama ise yeni bir apartmana taşınan arkadaşının evine davet edilmişti. Geniş bir arkadaş çevresi olan ve kalabalıklarda rahat eden biri olmadığı için zihnini başına gelebilecek senaryolarla meşgul ettiği sıkıcı bir gece geçirmiş, aklında durumu uzun uzadıya tartmıştı. Şimdiyse üzeri dağılmış kağıtlarla kaplı yazı masasında oturmuş, kabul ettiği bu teklifi kendine bir meydan okuma olarak görüyor ve bundan içten içe haz alıyordu. Yazarken, gerçekte yaşadığı dünyadan ne kadar uzak kalabilirse yazdığı yazıları o kadar beğeniyor, kendinden olabildiğince bağımsız yazmaya çalışıyordu. Bir yazarın kendi hayatından esinlenmeden yazabilmesinin zor olduğunu bildiği halde kendine koyduğu bu kurala sadık kalmaya çalışırdı. Sokakta yanından geçen çiftlerin bir sözünü duyar ve hayatları hakkında tahminlerde bulunur, kendini onların yerine koyup geçmişlerini geleceklerini tahmin etmeye çalışmayı severdi. Durakta beklerken yanında beliren şık giyimli orta yaşlı adamın telefon konuşmasına kulak misafiri olur, onun bir bankacı olduğu kanısına varır ve yüzündeki gülümsemenin nedenini borsada yatırdığı paraların değer kazanmış olmasına bağlardı. İkinci el bir dükkanda bulduğu ve bazı satırlarının altı çizilmiş olan kitabı ile bir bankta otururken karşı evin önünde top oynayan çocuklara gözü dalar, onların aileleriyle geçirdikleri tatilleri, herkesin masada buluştuğu akşam yemeklerini hayal ederdi. Hiçbir çocuk yalnız ve mutsuz düşünülemezdi. Sayı saymayı mutsuzlar bulmuş olsa da içten ve kocaman gülmeyi çocuklar bulmuştu. Kağıtlar mürekkeple doluyor, genç adamın daktiloda gezen parmakları hızlanıyordu. Pencereden esen hafif yaz rüzgarı saçlarını okşuyor, burnuna sümbül kokuları doluyordu. Birden yazmayı kesti. Derin bir nefes aldı. Açık hava resim sergisinde gördüğü kız geldi aklına. Nerden hatırlamıştı onu? Badem gözlü ve güzel gülüşlü kızı o günden sonra hiç düşünmemiş, kız aklına bile gelmemişti oysa. Kesinlikle çocuksu bir şeyler vardı onda, diye düşündü. Tuhaf. Onu bugün, hatta hemen şimdi tekrar görmek istiyordu. Kağıtlarını aceleyle sıraya dizdi. Camdan son bir kez baktı. Güneş kızıla dönmüş, bulutlar gökyüzündeki yangının yeryüzüne inmesine engel olmaya çalışır gibi birleşmişti. Genç adam yazı masasının başından kalktı ve sandalyesini büyük bir özenle düzeltti. Nasıl olsa acelesi yoktu. Nereye gideceğine yola çıkınca karar verecekti. Ağır adımlarla kapıya doğru ilerledi, ceketini asılı durduğu yerden alıp iki parmağıyla omzuna doğru attı. Kapının kapanırken çıkardığı gürültü hatırladığı son ses oldu.
Tüm bunlar genç adamın kağıtlara döktüğü kelimelerinden ibaretti. İnanmak size kalmış.