4. Sayı
Denemeler
Bu akşamüstlerinde ne var? Beni böyle hüzne boğan, içimdeki çocuğu ağlatan, evimden koparılıp bilmediğim bir şehrin sokaklarına atılmışcasına çaresizlik ve korku hissettiren ne bana?
Adam düşünüyordu. Düşündükçe yürüyor, yürüdükçe düşünüyordu. Attığı her adımda zihnine binlerce düşünce doluyordu sanki. Bu yolculuğa nerede başladığını unutmuştu. Belki işten eve gidiyordu belki de evden işe. Her şeyi unutmuş yalnızca yürüyordu. Yolda tanımadığı insan çehreleri görüyordu. İçten içe seyretmek istiyordu onları. Ama uzun uzun bakamıyordu. Korkuyordu çünkü, insanlar bakışlarından düşüncelerini okuyacakmışçasına hemen kaçırıyordu gözlerini. Başını öne eğip yoluna devam etti.
Aşık bir çiftin önünden geçti. Birbirlerine ne denli sevdayla baktıklarını görünce kendi aşkları geldi aklına. Tertemiz aşkları, ihanetler, entrikalar ve sonu gözyaşı olmuş sevdaları.. İnsanın hayatında yaşayabileceği en kıymetli duyguyu düşündü. Buna verebileceği cevabı aşık çiftin gözlerinden okudu. Adımlarını burda sonlandırmak istemesine rağmen ilerlemeye devam etti.
Bir çocuk parkının önünden geçti. Yaklaşık 10-12 tane çocuk büyük bir neşe ve heyecanla oyun oynuyorlardı. İçlerindeki bütün saflığı ve bütün inancı bu oyunlara adayan çocuklara imrenerek baktı. Onlar aldandıklarının farkında olmadan, bunu idrak etmeye yaşlarının elvermediğinden oyunlara dalmışlardı. Oysa kendi hayatını düşünüyordu da, bütün bir ömrü de böyle geçmemiş miydi? Aklının kestiği yaşlarda dahi insan oyunlarla geçirmiyor muydu ömrünü? Çocukların yanına gidip onlarla oyunlar oynamak istemesine rağmen yoluna devam etti.
Bir tren garının önünden geçti. Sevdiklerine sarılan, onları gidecekleri yerlere yolcu eden insanları gördü. Vedalar ne zordur değil mi? Hele ki dönüşü bilinmezse.. Kavuşmaların hayali olmasaydı vedalara katlanılmazdı. Hayatından yolcu ettiği insanları düşündü kaç tanesiyle kavuşabilmişti ki? Hangi giden kendi gibi dönebilmişti?
Bir mezarlığın önünden geçti. Bu mezarlıkta farklı din ve ırklara ait insanların yattığını farklı şekil ve yazılardan oluşan mezar taşlarından anladı. Yerin üstünde oluşan bu farklılıkların yerin altında olmadığını unutuyoruz. Toprak hepimize adil davranıyor. Hiçbirimizi ayırmıyor, birbirimize üstün saymıyor. Hepimiz biriz. Görünüş aldatmasın bizleri gerçekler yerin altındadır. Mezar taşlarında göz gezdirirken kendi ölümü geldi aklına. Bu düşünce onu ürküttü ve hızlı adımlarla yoluna devam etti.
Kendi evinin önüne geldi. Doğduğu, büyüdüğü, ilk kez aşık olduğu ve ilk kez bahçesinde bisikletten düştüğü bu eve uzun uzun baktı. Küçükken rengi beyazdı bu evin, ne zaman sarıya boyadık? Ne ara büyüdüm ben az önce koşuyordum şu bahçede. Annem nerde, acaba yemek mi pişiriyor? Hayır annem değil o, eşim. Yıllar ne çabuk geçti diye düşündü oysa daha dün annemdi şu pencereden bana gülümseyerek bakan.
Düşüncelerine ket vurmaya çabalayıp evine girdi. İçerisi sıcacıktı. Üstelik nefis yemek kokuları geliyordu. Mutfağa gidip eşine sarıldı. İnsanın hayatında yaşayabileceği en kıymetli duygu işte tam burdaydı. İnsanın hayatı aşkla geçmeliydi. Eşine onu sevdiğini söyledi. Onun gözlerindeki parıltıyı görünce bunu her gün defalarca kez söyleyeceğine dair kendi kendine söz verdi. İçeri çocuklarının yanına gitti.
Çocukları oyuncakların ortasına oturmuş gülüşüyorlardı. Onları uzaktan seyrederken yaşamının ne denli değerli olduğunu aslında sık sık unuttuğunu farketti. Oyunlarla ve aşkla geçirdiği yaşamın değerini sevdiklerine veda etmedikçe idrak edebilir miydi? Ölümden kaçamazdı insan ama anın kıymetini de unutmamalıydı diye düşündü çocuklarına sarılırken.